İlk gazetenin çıkışı M.Ö. 1750’lere kadar uzatılır. Papirüs kâğıtlarına ve derilerin satıhlarına haber vasfında bir şeylerin yazıldığı söylenir. Bunun, Peygamberlere inen “suhuf”lardan ilham alındığını söylemeye hiçbir mâni yok.
Esasen, bugünkü mânâda ilk gazete, 1631’de Fransa’da La Gazette ismiyle piyasaya sürülür. Türkiye’de ilk gazete, 1831 yıllarında II. Mahmut devrinde, Takvim-i Vekayi ile başlar. 1908’lere kadar irili ufaklı, günlük, haftalık veya 15 günlük olmak üzere 90’ı aşkın gazete, 70 civarında da dergi çıkar.
Türkiye’de ise basın halktan ve sivil toplumdan gelen bir ihtiyaç olarak değil, daha çok yöneticilerin istekleri doğrultusunda gelişti. İlk Osmanlı gazetesi olan Takvim-i Vekayi, padişah fermanıyla yayınlanmıştır. Yönetimin bir takım isteklerini halka iletmek için çıkarılmıştır. Bugün de Takvim-i Vekayi’nin devamı niteliğinde olan Resmi Gazete çıkmaktadır.
Avrupa’nın sanayi için ham maddeye, üretim için pazara, sermaye için emeğe ihtiyacı vardır. Osmanlı ülkesi ve Asya münbit bir pazardır; işgal etmeyi planlar. Basın vasıtasıyla da bunun altyapısını hazırlar. Bu devrelerde sahâ-i vucûda çıkan ve çoğunun arkasında yabancı sermaye, idâre ve eleman ve sahipliği bulunan gazetelerin karakteristik özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
* Osmanlı devletini parçalamak ve sair unsurları ayırmak için zemin hazırlamak.
* Neşriyat ve bilhassa kara mizah yoluyla İslâmiyeti ve Müslümanları karalamak, İslâm dinine bağlı, memleketperver, dirayetli idârecileri yıpratmak, halkın gözünden düşürmek.
* Osmanlı ulemâ, tüccar ile ileri gelenlerle mukaddes mefhumları tesirsiz hale getirmek.
* Hilâfeti kaldırmak.
* Avrupa’nın kültürünü, lâik ve lâdinî hayat tarzını, Osmanlı’ya mâletmek; Müslümanları kendi değerlerinden, inançlarından uzaklaştırmak. * Menfaatlerine göre yönlendirebilecekleri kamuoyu meydana getirmek.
1830’lu yıllarda Türkiye’ye giren gazete, ağırlıklı olarak, “ideoloji havarisi”, yani Batılılaşmanın öncüsü ve “baskı unsuru” olarak işlev göregeliyor. Bilhassa Cumhuriyetten sonra, müstebit rejimin kontrolüne girerek, ilke ve inkılâpların şakşakçısı papağanı kesilir.
Müstebit rejimin güdümüne girmeyip muhalefet edenler, milletin inanç, örf ve gelenekleri paralelinde yayın yapan gazeteler, susturulur, kapatılır. 50’nin üzerindeki gazetecilik organizasyonunun hemen hepsi ideolojik yapılanmalar içerisinde. Toplumun değerleri, meseleleri ve problemlerinin çok uzağında.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilânı ve iki yıl önceki Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun kabul edilmesine rağmen, “Hilafet meselesi”nden dolayı “Parlamenter rejime” geçilemez. Basında, “Hilâfet”in bir oldu bittiye getirilmeyeceği dile getirilir. Hüseyin Cahit bile Hilâfet taraftarıdır. “Cumhurbaşkanı yanında bir de halifenin olup olmayacağını” sorar.
Basında çıkan yazılar üzerine, İsmet İnönü, “Herhangi bir Halîfe, an’aneten, fikren, şeklen, usûlen, zimnen ve sarahaten Türkiye’nin mukadderatında alâkalıymış gibi vazife almak isterse, hareketlerini hıyanet-i vataniye sayacağız” diyerek sert bir cevap verir.
23 Aralık 1923’te Hüseyin Cahit, Ahmed Cevdet ve Velid Ebuzziya tutuklanır, basın mensuplarına gözdağı verilir. Ardından İstiklâl Mahkemesi kurulur. Gaye İstanbul basınını yola getirmektir. Zira, Hilafet taraftarıdır.
Hem basında, hem de BMM’de kuvvetli bir muhalefet vardır. 4 Mart 1925’te de Mustafa Kemal’in emriyle Takrir-i Sükûn Kanunu İsmet Paşa Hükümetince çıkarılır. Zaten daha önce, 1921’lerin sonunda Anadolu ve Rumeli Müdafa-ı Hukuk Grubu’nu kurmuştu. Karşısında muhâlefet olarak II. Grup vardır. Lozan meselesinde de etkili olur bu grup. M. Kemal, 1 Nisan 1923 tarihli kararla seçimleri yeniletir ve II. Grubu tamamen tasfiye ettirir.
13 Ağustos 1923’te çalışmalarına başlayan Mustafa Kema’in Müdafa-i Hukuk Grubu, II. Dönem B.M.M.’nin azalarının tamamına sahiptir. Muhâlefet yoktur artık.
Konuya yarın devam edelim.
19.02.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|