Bir okuyucumuzun, “Filan ağabeyimiz de Risâlei Nur okuyor, ama, sizin gibi düşünmüyor, filan partiye oy veriyor! Bunu nasıl açıklayacaksınız?” şeklindeki sorusuna vereceğimiz cevabın ilk cümleleri şöyle:
Hiç şüphesiz, mihengimiz (ölçümüz), filan ağabey veya falan kişi değil, Kur’ân ve Hadis’in en muhteşem çağdaş tefsiri, yorumu olan Risâlei Nur’dur. Kim olursa olsun, vazifemiz herkesi mihenge vurmaktır. Bediüzzaman’ı dinleyelim:
“Hiçbir müfsid, ben müfsidim demez. Daima sûreti haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsnü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”1
Bediüzzaman kendisini mihenge vurdurduysa, falan veya filan kişi de elbette mihenge vurulur. Cümlelerin devamındaki hususa daha da dikkat etmek gerekir: “Evet, hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir. Fakat şu hüsnü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsnü zan edebilirsiniz. Delil ve âkıbete bakınız.”
Yani, parlak sözler veya “Biz de Risâlei Nur okuyoruz!” söylemlerinden önce, “Delil, belge ve sonuca” bakarız. Takip edelim:
“İşte, müştebih (benzer) ağaçları gösteren semereleridir (meyveleridir). Öyleyse, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız.”
Söz konusu şahsiyet şeyh, hoca, allâme, büyük bir ağabey ise ne yapmamız gerekir? Yine Risâlei Nur’un ölçülerine müracaat etmemiz gerekir. Takibe devam ediyoruz:
“Suâl: Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz.
“Cevap: Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün gereği tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek, tekebbür eden sabiyyi müteşeyyihtir. Siz de büyük tanımayınız.”2
Eğer eleştiri görevini; bu perspektiften ele alıp hakkıyla ifâ, yâni dozajını ayarlayıp ifrat veya tefrite düşmeseydik; ilimde, fikirde, hattâ teknikte çok daha büyük merhaleler kat’ edecek, daha çok ve büyük kabiliyetlerin inkişâfına zemin hazırlamayacak mıydık?
Ancak, “Sizin söylediğiniz bu husus Risâlei Nur’da şöyle geçiyor, mesele ifade edilmemiş mi?” diyerek mihenge vurmak ile, “Yanlış düşünüyorsunuz, batıl yoldasınız, sapıttınız!” deyip saygı sınırını aşmayı birbirine karıştırmayalım.
Öte yandan Bediüzzaman, “Risâle-i Nur, yalnızca iman dersi değil, ictimâî dersler de verir” der. Ki, Risâle-i Nur’un dört temel kitabından birisi Şuâlar’dır. Lâhikalar ise, 27. Mektub’dur. Lâhikaları okumayan, ictimâî bölümlerini tahlil etmeyen, hatta ilgilenmeyen kişilerin siyasette fikri elbette sorulmaz! Onların ictimâî ve siyâsî söylemlerinin, Risâle-i Nur açısından bir kıymeti harbiyesi yoktur!
Dipnotlar:
1. Münâzarât, s. 4850
2. Age, s. 5960.
14.02.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|