Zamanımızın müceddidi olan Bediüzzaman Hazretleri, iman, ibadet ve ahlâk sahasında olduğu gibi, siyasî, içtimaî sahada da Kur’ânî ölçüler vermiş, hizmet stratejisini çizmiştir. Öyle ise, bu sahada da ona danışmalıyız! Bu, her Nur talebesi açısından “Risâle-i Nur’a sadakat ve sebatın!” da bir gereğidir. Ve sadakat dersini de, Hz. Ebûbekir’den (ra) almalıyız. Sıddîkıyet makamı peygamberlikten sonraki ilk mânevî makam sayılmıştır.
Gayet tabiî ki, Hz. Ebûbekir (ra), bu makama gözü kapalı ve körü körüne de ulaşmamıştır. Hz. Muhammed (asm), onun 40 yıllık arkadaşıdır. Onun temiz fıtratını, yüksek ahlâkını gözlemlemiştir. Dürüstlüğüne, doğruluğuna binlerce kez şahit olmuştur. Onun, toplumun nazarında “el-emin”, güvenilir bir kişi olduğunu ve muârızlarının bile kıymetli eşyalarını, paralarını ona emanet etiklerini bilmektedir. Asla küçük bir yalanına, hilesine ratlamamıştır. Buna benzer binlerce güzel ahlâkın şahsında toplandığını gözlemlemiştir. Bunların sonucunda “O söylüyorsa doğrudur, o ne söylerse doğrudur!” diyebilmiştir.
İşte, biz de, hadis-i şerifin sırrıyla bir ‘peygamber vârisi’ olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine ve onun telif ettiği Kur’ân’ın manevi mu’cizesi Risâle-i Nur’a bu ‘sıddıkıyet ve sadakat’ makamından bakmalıyız. Bediüzzaman’ın ilminin râsihliğine (derinliğine), dirayetine, cesaretine, mücahitliğine, hayatı pahasına da olsa hakikati zalimlerin yüzüne pervasızca söyleme cesaretine sahip olduğuna hem asırdaşları, hem de çağımız ilim ehli şahittir. 1892’den günümüze, tam 116 yıldır Bediüzzaman ummanlar gibi mânevî, sosyal ve fen ilimlerindeki dehasıyla, cesaretiyle, cihadıyla, takvasıyla gündemdedir. Ünvanı, “zamanın eşsiz güzelliği” anlamında Bediüzzaman’dır.
Ve yine, en az 50 seneye aşkındır ilim adamları, İlahiyatçılar Risâle-i Nur’u tetkik ediyor. Hiç kimse, ‘şu mesele Kur’ân ve Sünnet’e aykırıdır’ diye bir değerlendirmede bulunmuyor. Ve kezâ, Kur’ân’dan aldığı ilhamla ortaya koyduğu teknolojik, sosyal ve ilmî hiçbir keşif, bu kadar sene sonra, hiçbir gelişmeyle çelişmedi!
İşte Bediüzzaman böyle bir müfessir, böyle bir mütefekkir ve Risâle-i Nur böyle bir tefsirdir! Bütün bu gözlemler, bizi, şu kesin sonuca ve kanaate ulaştırmış: Bediüzzaman’ın eseri Risâle-i Nur’da, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat görüşlerine aykırı hiçbir değerlendirmeye rastlanmamıştır. Ayrıca kendisini Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye mihengine vurdurmuştur.
O, Kur’an ve Sünnet-i Seniyye’nin siyasî ve içtimâî ölçülerini verirken, günlük siyaset yapmaz. Yüksek İslâm siyasetinin temel stratejilerini çizer ve ana şablonları verdiğini şöyle ifade eder:
“Neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakâikte nihayet derecede musırrım (ısrar ediyorum). Şayet zaman-ı mazi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.
“Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ (akıllı eleştirmenler) mahkemesinden tarih celbnâmesiyle celb olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim.”1
Bize düşen, bu Kur’ân hakikatlerine sadakatle bağlanmak, sebat ve metanetle savunmaktır.
Dipnot: 1- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 50.
04.02.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|