Bediüzzaman, siyasete bakışında Kur’-ân’da defalarca dikkat çekilen, “Birinin hatasıyla akrabası, partidaşı, yakınları mesul olmaz” mânâsındaki âyet-i kerimenin tefsirini esas alır. Milletin siyasî partiler üzerinden tefrika ve ayırımlara düşmemesi için hataları yalnız yapanlara münhasır bırakır.
Son lâhika mektubunda Halk Partisi’yle ilgili olarak, “Meselâ, bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hatta otuz senede hapislerde, tazyiklerde olduğu halde, hakkımı helâl ettim ve azâblarına mukabil o bîçârelerin yüzde doksan beşini tezyif ve îtirazlara, zulümlere mâruz kalmaktan kurtulmaya vesile oldum” açıklamasıyla, âyetin hükmüyle kabahatın ancak yüzde beşe verildiğinin nazara verilmesi bunun içindir. (Emirdağ Lâhikası, 459)
Yine bunun içindir ki çeyrek asır boyunca demokrasi dışı dayatmalara ve zulümlere imza atmış siyaseti ve siyasetçileri dahi milletin değerlerine sahip çıkmaya çağırır; onları siyasî tepkiyle aksi yöne gitmesine fırsat vermemeye çalışır; ülkenin birliği, gençliğin geleceği ve milletin selâmeti uğruna hakkını helâl eder.
“Eski dahiliye vekili, şimdiki parti kâtib-i umumisi Hilmi Bey!” hitabıyla başlayan mektupta Bediüzzaman’ın dönemin Halk Partisi Genel Sekreteri Hilmi Uran’a yazdığı mektup, siyasete tavsiyelerinin anlamlı mesajları ihtiva eder…
Bediüzzaman’ın sözkonusu mektubun bir eki olan “Hasb-i halden bir parça” başlıklı bölümde de belirttiği gibi, “daha evvel yazılan” bu mektupta, belli ki Bediüzzaman, Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda bulunmuş (1920) ve partisinin Meclis başkanvekilliği yapmış, Hilmi Uran’a mektubuna, “Yirmi sene zarfında bir tek istida Dahiliye Vekili iken sana yazdım. Fakat yirmi senelik kaidemi bozmadım, vermedim. İstersen sana okuyacağım. Hem eski Dahiliye Vekili, hem şimdi kâtib-i umumî sıfatlarıyla seninle konuşacağım. Yirmi sene, hükûmetle konuşmayan, tek bir def’a yine hükûmet hesabına hükûmetin büyük bir rüknü ile konuşan adam, on saat kadar söylese azdır. Onun için siz benimle konuşmayı bir-iki saat müsaade ediniz” girişiyle başlaması, hiçbir siyasî maksad ve hedefinin olmadığını bilinmesini istemekte. Siyasîlerle muhatapta günübirlik hesapların üstünde vatan ve milletin mukadderâtı üzerinde değerlendirmelerde tâkip edilecek ölçüleri vermekte.
5 Ağustos 1946 tarihine kadar üç sene, iki ay ve onaltı gün Saraçoğlu Kabinesinin istifasına kadar Dahiliye Vekilliğinde kalan, iktidar partisinin “ikinci adamı” Hilmi Uran’a bu tavzihi, siyasî telkin ve tavsiyelerde bütünüyle samîmî ve hasbî olunmasının açık bir örneğidir.
Bundandır ki Bediüzzaman’ın tavsiyelerine başlamadan önce, “Eski Harb-i Umumide ehemmiyetli hizmet etmiş bir evlâd-ı vatan, hem şimdi bu milleti, bu vatanı, anarşilikten ve ecnebi ifsadlarından kurtarmak için meydandaki tesirli asârıyla (eserleriyle) bütün kuvvetiyle çalışan bir hamiyetperver; ve mahkemede yetmiş şahitle ispat edildiği gibi, yirmi beş senede bir gazeteyi okumayan, merak etmeyen ve yedi sene Harb-i Umumiye bakmayan, sormayan, bilmeyen ve eserlerinde kuvvetli delillerle siyasetten bütün bütün alâkasını kestiğini ispat eden ve dünyanıza karışmadığını adliyeleriniz resmen itiraf ettiği bir zararsız adam; hem ahiretine ve ihlâsına zarar gelmemek için şiddetle teveccüh-ü ammeden (halkın yönelişinden) kaçan ve kardeşlerinin onun hakkındaki hüsn-ü zanlarından ve medihlerinden çekinen, beğenmeyen bu biçâre Said” notu dikkate değer. Bununla her şeyden önce siyasetçi muhatabının evham ve endişelerini bertaraf eder. Keza “Hiçbir tarihte ve zemin yüzünde emsali vuku bulmayan bir zulme ve on vecihle kanunsuz bir gadre ve tazyike hedef olduğu, hergün bir ay haps-i münferid azâbını çektirmek ve tecrid-i mutlak içinde tek başıyla bir haps-i münferitte durmaya mecbur etmek gibi zulme ve dehşetli gadre muhatap olduğu halde müracaat etmediğini” bildirmekle, sözkonusu mektubundaki ikaz ve tavsiyelerin tamamen vatan ve millet adına siyasetlerin başarısı için olduğunun izâhı içindir.
Bu açıdan, “Elbette benim size karşı bu fikrimi tam nazara almak, ehemmiyetli bir vazifenizdir. Siz dünyevi çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz; bir parça da ahiret hesabına konuşan, benim gibi kabir kapısında, vatandaşların haline ağlayan bir biçareyi dinlemek lâzımdır” şerhiyle ileteceği mesaja zemin hazırlar. Onca baskı ve haksızlığa rağmen siyasete karşı hiçbir önyargı içinde olmadığını, yanlışlarını tâmir etmeleri halinde geçmişte yapılanlara takılıp kalınmayacağı kanaatini aktarır.
Mektubunun sonunda da ölümün öldürülemediği ve kabir kapısının kapanmadığı gerçeğini ihtarla, “Ve madem siz de herkes gibi kabre koşuyorsunuz. Ve madem o kat’i ölüm ehl-i dalâlet için idam-ı ebedidir, yüz bin hamiyetçilik ve dünyaperestlik ve siyasetçilik onu tebdil edemez” cümlesiyle insanî yönüne hitabı da sırf milletin ve vatanın geleceği için hasbi bir sohbet olduğunun ifâdesidir.
Ve “Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi (Müslümanların birlik ve bütünlüğünü) muhâfaza eden ve âlem-i beşeriyeti (insanlığı), küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri” olarak târif ettiği Türk milletine karşı, devrin tek partisi olan iktidar partisi “Halk Fırkasının millet karşısında gayet ehemmiyetli bir vazifesi”ni bu ifâdelerden sonra hatırlatır. (Emirdağ Lâhikası-190-191)
Bütün siyasî partilerin iman ve Kur’ân hakikatlerine sahip çıkması gerektiğini, aksi takdirde milletin ve İslâm dünyasının nefretinin kazanılacağını haber vediği mektubunda Bediüzzaman, dinin umumun ortak mukaddes malı ve değeri olduğunu, dine ve mânevî değerlere bigâne kalınması halinde, devrin dinsizlik cereyanı olan komünizmin bu vatanda etkili olacağını bildirir. Bunun her türlü etnik ve ayırımcı tefrika tohumlarını yeşerteceğine, milleti parça parça edebileceğine uyarır…
14.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|