Bundan beş yıl önce 35. yılımıza girerken yazılan yazılarda şairin 35 yaşı “yolun yarısı” olarak niteleyen mısraına atıfta bulunulmuş; ama bu yorumun, kıyamete, hattâ ondan da ötesine uzanan ölümsüz bir misyona hizmet için yola çıkan Yeni Asya açısından geçerli olmadığına vurgu yapılmıştı.
Şimdi 40. yıla geldik. Bu çok özel yaş için söylenecek şeylerin başında, insan ömründeki olgunluk dönemini ifade ediyor olması gelmekte.
Bu durumun Yeni Asya için taşıdığı anlama bakarsak, şunu söylemek her halde yanlış olmaz:
Üstadın 60 sene kadar önce dile getirdiği “Risale-i Nur’u matbuat lisanıyla konuşturma” idealinin günlük gazete alanındaki tahakkuku olma fikriyle yola çıkan Yeni Asya da, fikirlerini ifade etme noktasında olgunluk dönemini yaşamakta.
Sür’atle değişen hadiseleri değerlendirirken esas aldığı değişmez ölçü ve sabitelerin sağlamlığı, bunda belirleyici rolü olan en önemli faktör.
Yeni Asya temel meselelerde 39 yıl önce hangi duruşu ortaya koyduysa bugün de aynı yerde.
Son derece cazip ve çekici görünen moda akımlar, gelip geçici rüzgârlar, yanıltıcı telkin ve üflemeler, bu tavrı hiçbir zaman değiştiremedi.
Çünkü Yeni Asya’nın esas aldığı temel ölçülerin kaynağı, Kur’ân’ın bu çağa dersi ve mesajı olarak telif edilen Risale-i Nur’daki prensiplerdi.
Ve İlâhî bir istihdamla bu eserlerin müellifi olarak tavzif edilen Bediüzzaman, mealen “Makalelerimdeki hakikatlerde son derece ısrarlıyım. Şayet mazi tarafından, Asr-ı Saadet mahkemesinden celbolunsam, neşrettiğim hakikatleri aynen ibraz ederim. Olsa olsa zamanın gereğine uygun bir elbise giydiririm. Müstakbel tarafından, üç yüz sene sonraki tenkitçi âkiller mahkemesinden celbolunsam, yine bu hakikatleri, zaman içinde çatlayan bazı yerlerini yamalayıp, taze olarak orada da gösteririm” derken bu ölçü ve prensiplerin sağlamlığını ifade ediyordu.
İşte Yeni Asya’nın iman temeline bina ettiği hürriyet anlayışı; hukuk ve demokrasiye sahip çıkarken ihtilâl, baskı ve dayatmalara boyun eğip teslim olmaması; “Hakkın azı çoğu, küçüğü büyüğü olmaz” diyerek, kime yapılırsa yapılsın, bütün haksızlıklara karşı çıkması; hak mücadelesinin de haklı yollardan, müsbet hareket düsturuna bağlı kalınarak yürütülmesi; dinin tekelci yaklaşımlara hapsedilemeyeceğine ve siyasete malzeme yapılamayacağına inanması; devlet-siyaset-din ilişkisinde ve laiklik bahsinde bugünün evrensel kabul görmüş anlayışınca da benimsenebilecek bir denge formülünü savunması; iman eksenli bir din eğitiminin devlet zorlaması olmadan yaygınlaştırılmasından yana olması; İslâmı terörle özdeşleştirme çarpıtmasını “manevî cihad” kavramıyla çürütmesi; İslâm kardeşliğine vurgu yaparken, Müslüman-Hıristiyan işbirliğinin gerekliliğine de dikkat çekmesi ve Türkiye’nin AB üyeliğine destek vermesi... bu ölçülere dayalı orijinal yaklaşım ve tezahürlere verilebilecek örneklerden yalnızca birkaçı.
Ve Yeni Asya 40. yılına girerken, bu fikirleri giderek daha da olgunlaşan bir üslûpla işliyor.
İnanıyoruz ki, Yeni Asya’nın bu ölçü ve fikirlere dayalı orijinal kimliği ve farkı fark edilip anlaşıldığı ölçüde, Türkiye’de ve dünyada yaşanan gerilim ve kaosları sona erdirecek sağlıklı ve sağlam bir uzlaşma adresinin varlığı da görülmüş olacak.
Çünkü söz konusu çatışmalar hep bu ölçü ve fikirlerle çelişen yaklaşımlardan kaynaklanıyor, besleniyor ve dallanıp budaklanıyor.
Temennîmiz, 40. yılla girilen yeni dönemin, böyle bir fark edişe katkı sağlayacak gelişmeleri beraberinde getirmesi. Tabiî, bunun için bize de çok önemli görev ve sorumluluklar düşüyor.
Meselemizi daha farklı bir şuur ve hassasiyetle sahiplenerek, geçmişin tecrübelerinden doğru dersler çıkararak geleceğe yönelmek ve Risale-i Nur’daki Kur’ânî ölçülere göre işleyen bir meşveret ve şahs-ı manevî sisteminin yanıltmaz rehberliğinde yürümek, bunların başında geliyor...
21.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|