Gerçek şu ki, 12 Eylül anayasası, iktidarıyla muhalefetiyle siyasetin tamamının ve toplumun önünü tıkıyor. Derin bürokrasideki etkinliğinden dolayı CHP bu durumdan belki rahatsız olmayabilir. Ama bu parti milletle arasını düzeltmek istiyorsa—ki çarşaf ve Kur’ân kursu ‘açılım”larına ihtiyaç duyması buna işaret—o zaman onun da demokratik bir anayasa projesini sahiplenmesi ve asıl açılımı bu konuda yapması gerekir.
CHP başörtüsü konusundaki açılımını, tesettürün en ileri versiyonu olan çarşaftan başlattı. O çarşaf ki, CHP jargonunda seksen seneyi aşkın bir süredir “bir numaralı irtica sembolü” olarak yerden yere vuruluyor ve zaman zaman, bilhassa da ihtilâl dönemlerinde kadınları “kara çarşaf”tan kurtarıp mantoyu benimsetme kampanyaları açılıyordu.
Ama şimdi aynı CHP, kara çarşaflılara parti rozeti takıp onları üye kaydetmekte beis görmüyor.
Ve yine vaktiyle Kur’ân okumayı ve öğretmeyi yasaklayan, hocaların veya ailelerin çocuklara gizlice Kur’ân öğretmeye çalıştıkları evlere jandarma baskınları düzenletip terör havası estiren, çok partili sisteme geçildikten sonra da Kur’ân ve din eğitiminden hazımsızlığını her fırsatta açığa vuran, imam hatiplere ve Kur’ân kurslarına muhalefetini inatçı ve ısrarlı bir takipçilikle sürdüren CHP, şimdi “Kur’ân eğitimi ihtiyaçtır” deme noktasına geldi.
Baykal’ın “Vaktiyle kılık kıyafeti beğenilmeyen insanlar Kızılay’a sokulmuyordu” diyerek, başında bulunduğu parti tarafından Türkiye’nin tam bir dikta yönetimiyle inim inim inletildiği döneme yönelttiği eleştiri de, kimi partizanlarca “redd-i miras” olarak görülüp tepkiyle karşılandıysa da, diğer açılım girişimleriyle örtüşen bir nitelik arz ediyordu.
Gerçi, evvelce de yazdığımız gibi, gerek çarşaf, gerekse Kur’ân kursu açılımlarının Atatürkçülük çerçevesine hapsedilmesi, rozet takılan çarşaflıların Atatürkçü olduğundan dem vurulması ve Kur’ân eğitimi verilmesi öngörülen çocuklara Atatürk’ü sevdirme şartının da koşulması, söz konusu açılımların inandırıcılığına ciddî şekilde gölge düşürdü.
Ama en azından, yakın zamana kadar CHP’nin hararetle sözcülüğünü yaptığı laikçi zihniyet tarafından “öcü” ve tehlike olarak gösterilmek istenen çarşafa, tesettüre, Kur’ân kurslarına karşı o cenahta var olan katı muhalefeti ve önyargıları kırma ve yumuşatma noktasında bu açılımlar işe yarayabilir.
Tabiî, bunun test edileceği alan, yüksek yargı.
Söz gelişi, AKP’ye açılan dâvâsında, bazı partili belediyelerin din eğitimine destek vermeleri ve dinî yayınlar yapmaları “laiklik karşıtı eylem” olarak nitelenip kapatma talebinin gerekçesi sayılırken, CHP’li belediyelerin mahalle evlerinde Kur’ân kursu açmaları halinde de Yargıtay Başsavcılığı aynı refleksi verecek mi?
Veya yine AKP’li belediyelerin Kur’ân kurslarına ve öğrenci yurtlarına yardım yapmalarını engelleyen Danıştay, CHP’li belediyeler benzer şeyler yaptıkları takdirde onlar için de aynı kararı alacak mı?
Gerçi işin o aşamalara gelmesi için CHP’nin nitelik ve nicelik olarak kayda değer ağırlıkta belediye başkanlıklarını kazanıp, ardından, açılımlarının gereği olan icraatları gerçekleştirmeye koyulması gibi bazı “küçük” şartların yerine gelmesi gerekiyor...
Bunlar olur ve CHP de yargı engeline takılırsa, o zaman derin bürokrasinin bu partiyle de arasının açıldığı sonucu ortaya çıkar ve öyle bir durumda birçok şeyin yeni baştan değerlendirilmesi gerekir.
Aslında AYM’nin başörtüsü ve AKP için verdiği kararların gerekçelerinde, CHP’nin açılım denemelerine dayanak oluşturabilecek ipuçları vardı.
Ancak bu açılımlara Sabih Kanadoğlu gibi “simge” bir isimden gelen itiraz ve muhalefet de ortada.
Bakalım, bu “derin çatlak” nasıl bir sonuçlanacak ve bu sonuç CHP’nin açılımlarını nasıl etkileyecek?
Buradan şu noktaya varabiliriz:
CHP bu açılımlarda samimî ise ve derin odaklarca engellenirse, mecburen o da sorunun temelinin ihtilâl anayasası olduğunu ve bu engel aşılmadan açılım yapmanın mümkün olmadığını görecek. Bu duruma düşmemenin çaresi ise, anayasa açılımını şimdiden yapmak.
20.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|