4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanununun muhtevâsını yansıtan en önemli maddesi, “Asayişi bozan her türlü irticâ ve isyana yönelik teşvik ve yayınlar Cumhurbaşkanının tasdiki ile yasaklanabilir. Sanıkları hükümet İstiklâl Mahkemesine verebilir” şeklindedir.
Bu kanun binlerce kişiyi öldüren, hapseden, ortadan kaldıran, yok eden Fransız İhtilâli’nin “Şüpheliler Kanunu”na benzetilir. 6 Mart 1925’te Bakanlar Kurulu kararı ile içinde Sebilürreşâd da dâhil altı gazete kapatılır; birçok gazeteci tutuklanır.
1930’lara kadar çıkan gazetelerin özelliklerinden en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz: Hilâfetin ilgası, harf inkilâbı, Şapka İktısa’ı Kanunu, tekke ve zaviyelerin kapatılması ve sâir ilke ve inkılâpların yerleşmesinde vazife almaları ve almaya icbâr edilmeleridir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, muhalefet edenler, “cebren ve hileyle” susturulur.
Bu arada, ilke ve inkılâpların yerleştirilmesinden müdafaasına günümüze kadar çetin bir mücadele veren ve isim babalığını M. Kemal’in yaptığı Cumhuriyet gazetesine bir paragraf açmak durumundayız:
Gazete 7 Mayıs 1924 yılında, Yunus Nâdi, Zekeriya Sertel ve Nebizâde Hamid tarafından kurulur. En büyük ortağı ve daha sonraki sahibi Yunus Nâdi. Bu gazetenin en önemli özelliği, bilhassa laikliğin “dinsizlik” mânâsında tatbiki için olmadık yayınlar yapmasıdır. 1913 yılında, şahsî parasıyla “Softalar ve Medreseler” isimli bir broşür çıkaran Ali Naci (henüz 17 yaşındadır) Yunus Nâdî himâyesinde gezeteciliğe başlıyor ve 3 Mayıs 1950’de Milliyet’i çıkarıyor.
Harf İnkılâbı ile kitapçılık dahil basın hayatı büyük bir darbe yemiştir. Baskı ve tirajlar çok büyük düşüşler gösterir. Devlet, ilke ve inkılâpları destekleyen gazetelere mâlî destek yaptığı halde, birçok gazete ve dergi kapanır.
Şimdi 1931 tarihli ve 1881 sayılı Matbuât Kanunundan bir madde sunalım: “Padişahlık veya Hilâfetçiliğe veya komünistliğe veya anarşistliğe kışkırtan yayınlar yasaklanmıştır...”
Fakat, komünistlik ve anarşistlik yasağı sözdedir, fiiliyâtta alabildiğine serbesttir. Ve ayrıca iktidarın nezaretinde, basın yoluyla da palazlanır. Devlet politikası zaten dinden sıyrılmaktır. Hedef “sosyalizm ve bolşevizm” kanunlarını yerleştirmektir. Bunun yanında, îmâ yoluyla dahi olsa dinî neşriyâta asla müsaade edilmemektedir.
Bu sıralarda, gazetelerde bulunan bütün dinî yayınları, yazıları, tefrikaları yasaklayan bir tamim neşredilmiştir. “Allah” lâfzını yazmak bile suçtur. “Bey, paşa, ağa, efendi, hacı, hoca, şeyh” gibi sıfatları bile neşretmek cezâyı mucip bir harekettir. Bu kanuna göre “Hükûmet, istediği zaman istediği gazeteyi kapatabilir.”
İstibdat ve diktatörlük devri 1948’lere kadar devam eder. Tabiî ki, devletten icâzetli, destekli, teşvikli olmayan basın yayın organlarının en büyük handikaplarından biri de 163. maddedir. 141-142. maddeler ise, çoğunlukla işlemez. Çünkü devlet politikası, o istikamette seyrediyor. Ancak, belli devrelerde, “sağ basına veya sağcılara” gözdağı vermek, âdil davranıldığını göstermek için, göstermelik olarak bu maddeler mevzubahis olur. 163. madde millî ve mânevî değerlere sahip basının ve basın mensuplarının tepesinde, Demoklesin kılıcı gibi asılı durur. Pek çok basın mensubu 163. maddeye muhalefetten tutuklanır, hapse atılır.
20.02.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|