Bediüzzaman, “matbuat lisanı”yla konuşmaya hayatının ilk devresinden başlar.
İstanbul’u işgal eden İngilizlerin şeytanî plânlarla, gemiler dolusu içki fıçılarını getirtip cemiyeti bozmak; gençliği vatan ve milletin istiklâliyeti mefkûresinden caydırmak ve İslâm ahlâkından uzaklaştırıp, bunalım, sefâhet ve sefâlet içinde işgale boyun eğdirmek maksadıyla tezgâhladıkları tuzaklara karşı bir taraftan “Hilâl-i Ahder (Yeşilay) Cemiyeti”nin kurucuları arasında yer alır; diğer taraftan yayın yoluyla mânevî tahribata karşı mânevî tâmirat yapar.
Anadolu’nun dört bir yanının ecnebiler tarafından istilâ edildiği sırada işgalci zâlimlerin yüzlerine tükürürcesine entrikalara, müstemlekeciliğe mukabil, başta gizlice neşredip el altından dağıttığı “Hutuvât-ı Sitte (Şeytanın altı aldatması)” eseri olmak üzere, selâtin camilerindeki irşadın yanı sıra “matbuat lisânı”yla İslâmın izzet ve haysiyetini yazılarıyla kahramanca savunur. Gazetelerde makaleler yazar, eserler neşreder.
İşgal esnasında, “Neden bu kadar İngilizden nefret ediyorsun, müsalâhasını (barışmasını) da istemiyorsun?” sualine verdiği cevapta, “Sebep bir değil, bindir… Bana en ziyâde şedit (şiddetli-ağır) görünen, mânen ahlâkımızda vurduğu darbedir. Çekirdek halinde olan secâya-i seyyieyi (kötü huyları) içimizde inkişâf ettirdi. Hayatın yarası iltiyam bulur (iyileşir); izzet-i İslâmiye, nâmus-u millînin yarası pek derindir” diye maddî işgal ve tahribattan ziyâde mânevî ve fikrî istilâya dikkat çeker. (Tuluât, 64)
Bunu “alçak siyaset” olarak nitelendirir; “fenâlık ve ahlâk-ı seyyie (kötü ahlâk), siyasetine vasıta olduğu için, her yerde ahlâk-ı seyyieyi himâye ederek teşçi’ eder (cür’etlendirir)” diye takbih eder. “Mümeyyiz vasfı, fitnekârlık, ihtilâftan istifade, menfaat yolunda her alçaklığı irtikâb etmek (işlemek), yalancılık, tahripkârlık, hâriçte menfilik” diye târif ettiği bu “alçak siyaset”e karşı, neşriyatla fikrî mücâhedeyi hayatı boyunca sürdürür…
TESİRLİ BİR HİZMET VASITASI
Osmanlının son döneminde, “İslâm ahlâkını sarsan”, “efkâr-ı ammeyi (kamuoyunu) perişan eden” ve “ictimâiyatı (sosyal ve siyasî hayatı) teşviş edip” saptıran tezvirâta karşı, “Ben de gazetelerde onları reddeden makaleler neşrettim” diyen Bediüzzaman, “matbuat lisânı”yla konuşmanın önemini bildirir.
Derviş Vahdeti’nin “Volkan”ından Ahmet Cevdet Bey’in “İkdam”ına, 31 Mart maktulu Hasan Fehmi Bey’in “Serbestî”sinden Mizâncı Murat Bey’in “Mizân”ına, Hersekli Ahmet Şerif’in “Şark ve Kürdistan”ından Hüseyin Cahid Bey’in “Tanin”ine kadar devrin aydınlarınca okunan prestijli gazetelerinde yazar.
Bu meyanda siyasî ve aktüel fikrî tartışmalara katılır; ilmî ve ictimaî konuları büyük bir vukufiyetle kaleme alır.
Sultan Abdülhamid’e hitaben yazdığı makalelerde cehâlet, zarûret ve ihtilâfa karşı ittifak için san’at (sanayi) ve eğitimin ehemmiyetini hatırlatır. Şark meselesinin halli için mutlaka din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı üniversitenin kurulmasını önerir.
Derviş Vahdeti’yi kendi gazetesinde “dinde hassas, muhâkeme-i akliyede noksan” olarak ikaz eder. İstanbul’u Avrupa’ya, Anadolu’yu İstanbul’a fasit kıyasla içine düştüğü hatalı mukayeseden sakındırır. “Volkan gibi cerâid-i diniye (dinî gazeteler) ile nesâyih-i dîniyeyi (dinî nasihatleri) mütehassis ve müteheyyic (hisli ve heyecanlı) vicdanlara yağdırmak istiyoruz” beyânında bulunur.
İttihatçı Hüseyin Cahid Yalçın benzeri İslâmda Hıristiyanlıktakine benzer “dinde reform” taraftarlarına ve laisizmi savunanlara, İslâmiyetin Hıristiyanlığa benzemediğini, İslâmda ruhban değil, yalnız mürşidler olduğunu belirtir. “Laiklik” ve “dinde reform”un “ithal emtia (ticaret malları)” olduğunu bildirir.
Bediüzzaman, adem-i merkeziyetçiliği ileri süren Prens Sabahaddin Bey’in “su-i telâkki olunan (yanlış anlaşılan) güzel fikrine cevabı” yine dönemin gazetelerinde yayınlar.
Ermeni heyeti reisi Boğos Nubar ile Şerif Paşa’nın Fransa’da Ermenilerle Müslüman Kürtleri Osmanlıya karşı kışkırtma oyununa karşı, yine gazete lisanıyla cevap verir. Daha o zamandan “Şarkî Anadoludaki iftirak âmâline (emellerine)” karşı basın yoluyla devleti ve milleti aydınlatır. Siyasetin “hava-i gıll-û gış”ı olan gizli kin ve kötü niyetlerle kirlenmiş müzevirlik ve koğuculuk dolu yalan ve dolan propagandasına karşı durur.
Devamında “Ehl-i Sünnet”, “Büyük Doğu”, “Sebilürreşad”, “Büyük Cihad” gibi gazete ve mecmuaların neşriyatını destekleyip “dost” bilir. Milletin fikrî olgunluğa erişmesi ve doğru karar vermesi için “matbuat”ın mühim bir irşad ve tesirli bir hizmet vasıtası olduğunu anlatır. Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur Külliyatına ve Nur talebelerine dair haber, tahlil ve müdafaalara yer vermeleri oranında “vatan, milletin ve İslâmiyet” adına ilgilenir…
YENİ ASYA DEVAM EDECEK
Bunun içindir ki 1960 kanlı darbesi sonrası evvela 11 sayısının 10’u sıkıyönetimce toplanan “Zülfikâr” gazetesi, “matbuat lisânı”yla korkusuz ve kahramanca hizmeti başlatır. Ardından “Uhuvvet” ismiyle dürüst ve dâvâsına sahip çıkan öncü “matbuat hizmetleri”ni ifâ eder.
Peşinden Bediüzzaman’ın talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’ın gayretiyle 24 Ekim 1967’de haftalık çıkan “İttihad”, canlı ve güçlü manşetleriyle, dolgun muhtevasıyla büyük bir teveccühe mazhar olur. Demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri, din eğitimi ve öğretimini, inanç ve ibadet hürriyetini savunmayı şiâr edinen günlük gazete Yeni Asya’ya zemin hazırlanır.
Ve 21 Şubat 1970’te “Yeni Asya” doğar. 40 yıllık mücadelesinde çeşitli baskılara, engellere, sadmelere mâruz kalır. Darbelerle, yasaklarla karşı karşıya bırakılır. Demokrasiyi katleden 12 Eylül darbesi döneminde 470 gün kapatılır; bir ara “Yeni Nesil”, “Tasvir” ve “Hür Yurt” adıyla çıkar. Kolu kanadı kırılır, ama azminden birşey kaybetmez. 28 Şubat “postmodern darbe” sürecinde onlarca dâvâ açılır ve yazarları yargılanır.
Ortalığı karıştıran ve gerçekleri tersyüz eden “mücriflik”le, fikirleri müşevveş ve saptırıcı hale getiren, toplumun sosyal dengesini, siyasî zemini ve âhengi bozup milleti istikâmetten ayırarak inhiraf uçurumuna itenlere karşı fikrî istikametinde ilerler. Şaşmaz, şaşırtmaz; sapmaz, saptırtmaz; günübirlik siyasî ve dünyevî menfaatlere kapılmaz…
Milletin hakkını ve hukukunu çiğneyenlere, büyük bir dirençle karşı koyar. Merhum Mustafa Polat’ın ilk sayısında “hüküm” başlıklı başyazısındaki, “Yeni Asya bu inanç içerisinde devam edecek; hakkı müdafaa etmek esastır; bundan asla vazgeçmeyeceğiz” taahhüdüne sâdık kalır. “Rahmet-i İlâhiyeden ümidimizi kesmeyeceğiz. ‘Haklı şûra, ihlâs ve tesânüdü netice verdiğinden’ dâima istişâre yolunu seçecek, samimiyeti, birlik ve beraberliği telkin edeceğiz. El ve gönül birliği, kalp ve kafa birliği içerisinde meselelerimizi halledeceğiz ki Yeni Asya, kötülüğe, heva ve hevese galebe edebilsin” tavsiyesine ciddiyetle bağlı kalır…
Kısacası vefâtından sonra da Bediüzzaman “matbuat lisânı”yla konuşmaya devam eder...
Ve tertemiz hizmet mâzisi, şerefli mücâdelesi, istikbâle ümitle bakan ve hakkın hatırını üstün tutup hiçbir hatıra feda etmeyen, hiçbir haricî ve dahilî tesir ve kandırışa kanmayan, ifsad şebekelerinin oyununa gelmeyen, milletin müşterek umumî kalbinden tarafsızca çıkan kanaati sergileyen yayınlarıyla, çetin, çileli hizmet yolunda “bu inanç içinde” devam edecektir; İnşaallah…
21.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|