Yirmi iki yıllık tek parti iktidarı demokrasiye geçişi istemeden kabul ettiği için, 21 Temmuz 1946'da yapılan genel seçimleri de tamamen kendi anlayışına göre ve dünyada benzeri olmayan son derece bencilce bir biçimde dizayn etti.
Seçimden bir ay kadar evvel değiştirdiği seçim kànununa göre, sandık başına giden vatandaşlar oylarını alenen kullanacak, yani hangi partiye oy verdiğini açıkça belli edecek; ancak, oyların sayım ve dökümü ise gizli ve seçmene kapalı bir şekilde yapılacak.
Sistem, maalesef aynen öyle işletildi. Üstelik, bu da yetmezmiş gibi, devletin sivil–resmî (jandarma) bütün imkânları iktidardaki Halk Partisi lehinde kullanıldı, istimal edildi; daha açık bir ifade ile istismar edildi.
1946 seçimleri, bu sebeple süngülü, sopalı ve zorbaca yapılan bir seçim olarak tarihe geçti.
İşte, bu derece zor ve ağır şartlar altında yapılan bu seçimlerin neticesi şöyle oldu: CHP 397, Demokratlar 61 ve bağımsızlar 7 milletvekilliği kazandı.
* * *
Demokrat Parti, yaklaşık iki yıl sonra (1948) yapılan ara seçimleri boykot etti. Zira, bazı mahallerde Ankara ve İstanbul'dan çok daha fazla baskı uygulanıyordu. Şartlar arasındaki eşitlikten söz etmek imkânsızdı. Demokratlar, iki yıldır Halkçılar ve jandarma tarafından şiddetli bir baskıya mâruz kalmış, birçok yerde fiilî müdahale görmüş, yani dayaktan, işkenceden geçirilmişlerdi.
1948 yılında, siyasî tarih açısından felâket ve fecaat olarak nitelenebilecek bir başka hadise daha gelişti.
Bu tarihte, Fevzi Çakmak Paşanın fahrî başkanlığı altında Millet Partisi kuruldu. Kurulması bir yana, zor–belâ Meclis'e girebilmiş Demokrat Partili milletvekillerinin hemen yarısı bu partiye transfer edilerek Meclis'te grup kurduruldu.
Böylelikle, zaten zayıf olan Demokratlar, büsbütün zaafa uğratıldı.
Millet Partisini kuran ve kurduranların niyeti ne olursa olsun, bu teşebbüs Demokratları tam ortadan ikiye bölme hareketine dönüşmüş oldu.
Belliydi ki, bu işin arkasında geleceğini tehlikede hisseden İsmet Paşanın da dahli vardı. Kendine esas rakip olarak gördüğü Demokrat Partiyi bölmek istiyordu. Tıpkı, 1970'lerde AP'yi böldürmek için MSP'ye yeşil ışık yakması gibi...
Millet Partisi, iktidara ciddî bir alternatif şeklinde ortaya çıkmak yerine, Demokratlar'dan yaptığı transferlerle ismini duyurmuş oldu.
Hemen ardından, bir başka gelişme daha yaşandı. O günkü şartlarda neşriyat yapan dinî tandanslı hemen bütün gazete ve dergiler (Büyük Doğu, Serdengeçti, Sebilürreşad...) Millet Partisi hararetle savunmaya başladı.
1950 seçimleri yaklaştığında, Meclis'te grup kurabilmiş işte bu üç parti vardı: CHP, DP ve MP.
İktidar avantajını elinde tutan Halk Partisi, 14 Mayıs seçimlerine kısa bir süre kala seçim kànunu bir kez daha değiştirdi. Buna göre, bir seçim bölgesinde en çok oy alan parti, milletvekillerinin tamamını alabiliyordu.
Seçim kànunundaki bir başka değişiklik ise, "açık oy, gizli tasnif" maskaralığının terk edilmesi ve bunun tam tersine çevrilmesi şeklinde oldu.
Yani, oylar artık gizli şekilde verilecek; ancak, oyların sayım, döküm, tasnif işlemi açık surette yapılacak.
Dönemin bazı gazeteleri, bu kànunu "Namuslu bir seçim kànunu" şeklinde isimlendirerek demokrasiye arka çıktı.
1950 seçimleri öncesi ve sonrasında son derece sürpriz olan şaşırtıcı bazı gelişmeler yaşandı. Bir sonraki yazıda bu konuya değinmeye çalışalım.
TARTIŞMA
İbo karizmayı çizdirdi
Esasında bu gibi konulara girmek bizim işimiz değil. Ancak, zaman zaman haksız saldırılara uğradığı için fikren savunmak durumunda kaldığımız türkücü İbrahim Tatlıses'in, meslektaşı Yıldız Tilbe'ye karşı–tv canlı yayın programında–sergilemiş olduğu nezaket dışı tavrını hiçbir şekilde tasvip etmediğimizi de belirtmek durumundayız.
Velev ki, kendisi yüzde yüz haklı olsa bile, yine de böyle haşin davranmamalıydı. Vaktiyle yaptım dediği iyilikleri sıralayıp ifşa etmemeliydi. Hele hele, bir hanıma karşı böylesine sert, kaba ve rencide edici bir üslup kullanmamalıydı.
Canlı yayın esnasında, hiç söylenmemesi gereken şeyleri üstelik sansürsüz şekilde sarf etmeyi, yaptığı hatayı tamire çalışmak yerine ilave hatalarla yayına devam etmeyi, doğrusu Tatlıses'e yakıştıramadık.
Yaptığı yemin listesine "Kur'ân'a yemin"i de ekleyen İbo, bir hanım misafirine karşı takındığı bu asabî tavrı sebebiyle karizmayı ciddi şekilde çizdirmiş bulunuyor.
Hatasını telâfi etmesi için, bir sonraki programda şöyle esaslıca bir özür dileme cihetine gitmesi gerekir.
Zira, Tatlıses gibi şöhretli bir şahsiyete, kibir ve tekebbür değil, tevazu ve mahviyet yaraşır.
25.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|