Bugün elimizde 14.000 sayılı Yeni Asya gazetesi var. Geriye dönüp baktığımızda 40 yıl geride kalmış. Aslında bu sene-i devriyeler olmasa insan ömrünün nasıl ve nerelerde geçtiğini fark edemez. Sene-i devriyelerin bir çok mânâsı, hikmeti vardır ve bu cihetlere de bakanlar, ders alanlar vardır. Elbette candan gönülden bakanlar için vardır. Avamî lisanla derler: “Bir ömre bedelsin.” Doğrudur, çünkü çok kardeşlerimiz 40 yılı doldurmadan ebed âlemine gittiler. 3’ler, 7’ler, 40’lar da ayrı bir güzel konudur. Belki Yeni Asya da bir şahs-ı mânevî olarak bu silsileye girmiştir ve dahil olmuştur.
Türkiye’de son tesbitlere göre millî basınla birlikte 1.500 gazete çıkmaktadır, aylık, günlük ve haftalık olarak. Basılan gazeteler 6 milyonu geçmekte ve bunun 1 milyonu aşkını iade edilmektedir. Dünya ülkeleri kıyaslamasında çok gerilerdeyiz. Çıkan gazetelerin okuma oranına göre yüzde 85 ile Japonya birinci sıradadır. 40. yılını dolduran Yeni Asya da böyle bir güzergâhta ve böyle bir pazarda zarurî ihtiyaçlar karşılığında yer almıştır. Yeni Asya istikrar içinde, fikir kaynağından ayrılmayarak devam etmiştir ve etmektedir.
Elbette yazılı ve görsel basın, dünyanın 4. büyük ordusu kabul edilmektedir ve bir gerçektir. Geçtiğimiz yıllarda yapılan bir resmî sempozyumda, millî 4 büyük TV’nin 24 saatlik programında çıkan tablo ürkütücü ve bir o kadar da düşündürücüdür. 24 saatlik programda 25 müsbet neşriyat var, buna karşılık 4.300 civarında menfî, olumsuz tahrip ve tahrik edici neşriyat var. TV’ye, radyoya ve gazeteye karşı değiliz, ancak menfî yayınlara ve programlara karşıyız.
Bu itibarla Yeni Asya’nın gönüllerde ma’kes bulması önemliydi ve önemlidir. Keşke bütün neşriyat âlemi bu mânâda insanlığa hizmet etse. Bunun dışında 40 yılda önüme daima çıkan ve bir düstur hâline getirdiğimiz hakikat şudur. Birincisi, Hz. Peygamber Efendimiz (asm) “İki günü müsavi olan zarardadır” buyurur. İkincisi ise; Bediüzzaman Hazretlerinin “Mevcuda iktifa dûnhimmetliktir” buyurmaktadır. Hem Efendimiz (asm), hem de Hz. Bediüzzaman bu tesbit ve sözlerini yaşayarak ve yaşatarak dar-ı bekaya gitmişlerdir. Yeni Asya’da bu 40 yılı idrak eden, Anadolu’nun bağrındaki isimsiz kahramanlar, sebatkâr ve çilekeş şahsiyetlerle birlikte gazete bünyesindeki faal kadro, bahsettiğim bu iki hakikatın ışığı altında “Bugün nerelerde olmamız lâzımdı?”, bunları masaya birlikte yatırmaları lâzım. Keşke bunlar her yerde, her zeminde ve her kesimle tartışılsaydı ve değerlendirilseydi. “Yapıyoruz” seslerini şimdiden duyarım, fakat az ve dar çerçevede yapılıyor ki, tiraja yansımıyor, yansımalıdır, yapılmalıdır...
Düşünüyor, tefekkür ediyorum; Türkiye 73 milyon. Dünya Nüfus Teşkilâtı’nın tesbitine göre 50 yıl sonra 98 milyon olacak ve dünya nüfusu da 10 milyarı bulacak. Acaba böyle artışın ve böyle bir neslin karşısına nasıl çıkmalıyız? İkincisi; Türkiye’de yalnız 92 üniversitede açık öğretimle birlikte 3,5 milyon talebe okumaktadır. “Yeni Asya bunların kaçında olmalıydı? Neler yapılmalıydı?” suâlini, ehl-i tefekküre, ehl-i himmete ve icraattaki bütün arkadaşlara, 40 yıl bu sevdanın her sahasında ve her şeye rağmen görev yapan bir kişi olarak tevdi ediyorum.
Yeni Asya’nın ön ve arka sahifelerinde yıllardır ezberlediğimiz ve yaşamaya var kuvvetimizle çalıştığımız iki tane silinmez mühür vardır. Birisi “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şuradır”, diğeri ise “Ümitvâr olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm’ın sadası olacaktır.” Hz. Bediüzzaman’a ait olan bu emsâlsiz düsturlar, Türkiye’nin ve dünyanın her yerine haber ve yorum olarak yayılmalıdır. Bütün okuyucuları ve dolayısı ile bütün insanları kucaklamanın ve onlarla görüşmenin zeminlerini bulmalıyız. Yazdığım ve söylediğim bu sözlerin içinde çok şeyler var. 40 yılın çilesinden ve Anadolu’nun yıkık harabelerinden bir hakikat feryadıdır. Hayırlı olsun, ne çabuk geçti 40 yıl. Çıkaranlara, yaşatanlara duâlar ve tebrikler…
27.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|