Türkiye Hollanda’da düşen uçak kazasıyla siyasî gerilime mola verdi. Ne var ki mahallî seçimlere bir ay kala siyaseti şirâzesinden çıkaran polemik politikalarla, Türkiye’nin iç ve dış en önemli gündeminin güme gitmesinin önü alınamıyor.
Bir siyasî sarhoşluk var. Bu durum ekonomik krizin yanısıra en çok kendini demokratikleşme ve dış politikada hissettiriyor.
Bu süreçte mahallî seçimlerden sonra “yeni anayasa” tartışmasını gündeme getireceklerini söyleyen Başbakan’ın meseleyi yine “CHP’nin mutâbakatı”na havale edip bu konuya bir tek kelime etmeyip susmasıyla bariz bir biçimde gözükmekte.
Ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in peşinden gelen açıklamaları, hükümetin bu konudaki gevşekliğinin, çelişkili kırılganlığın boyutunu su yüzüne çıkarmakta.
1982 Anayasasının “güvenlik öncelikli” olduğu için hak ve özgürlükleri ikinci plâna ittiğini belirten Çiçek, bir yandan “bu anayasanın değişmesi gerektiğini” belirtiyor; diğer yandan başörtüsüne kilitlenen tartışmalar üzerine iktidar partisinin akademisyenlere hazırlattığı taslağı 184 imzayla Meclis’e veremediklerini anlatıyor. Peşinden de “Anayasa’yı değiştirecek olan TBMM’dir, hükümet işi değildir” deyip hükümet olarak işin içinden sıyrılmaya çalışma manevrasını yapıyor…
“Anayasa değişikliğini Türkiye’nin parlamentosunun dışında yapacak güç yoktur” diyen Çiçek, hükümetin ve iktidar partisinin bu meselede kamuoyunun önüne bir hazırlık ve irade koyması gerektiği hususunu “teğet” geçiyor.
Aslında, hükümet sözcüsünün sözkonusu açıklamasında “Görünen o ki böyle bir değişikliği yapma imkânı yani yeni bir anayasa yapma imkânı gözükmüyor” cümlesi, her şeyi ortaya koyuyor. (Akşam, 23.9.2009)
“YENİ ANASAYA” İMKÂNSIZMIŞ…
Bu arada daha “yeni anayasa” iradesini ortaya koymadan “rejim kavgası çıkmasın” diye ilk dört maddeye ilâveten 12 Eylül İhtilâli Konseyinin anayasanın koruması ve kollaması altına soktuğu kadük “devrim kanunları”na dair 174. maddenin bir kelimesine, “Türkçesine” bile dokunmayacaklarını açık açık deklâre eden Çiçek’in bu konuda “sorumluluk CHP’nindir” demesi çarpıcı.
Belli ki AKP siyasî iktidarı daha işin başında “yeni anayasa olmayacağı” zâfiyetini kamufle cümlelerle bir nevi alıştıra alıştıra kamuoyuna kabul ettirme peşinde.
Ancak Çiçek’in “bu şartlarda yeni anayasa imkânının görünmediğini” ilân etmesinin ardından “Bir kısım konular var ki artık yeni anayasa yapılamayacaksa bile muhakkak surette küçük paketlerle değişikliklerin yapılması Türkiye’yi rahatlatacaktır, parti olarak buna hazırız” sözü, hükümetin “yeni anayasa”da yeniden yan çizme taktiğinin açık sinyalleri oluyor.
Siyasî polemikler ortasında âdeta üstü örtülen ve gözardı edilen bir diğer önemli konu da Türkiye’nin dış politikasındaki tıkanma. Başbakan’ın “Davos çıkışı” unutuldu; ne iktidar ne de muhalefet Davos’un akıbetini sormuyor.
İsrail Kara Kuvvetleri Komutanının Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlayan hakaretine karşı Ankara’nın istediği ve Dışişleri Bakanı Babacan’ın “gelirse iyi olur” diye temennisini dile getirdiği Ankara’nın Telaviv’den istediği “izâhât” şimdiye kadar gelmiş değil.
Şu işe bakın; Hollanda’da İsrail ordusu sözcüsüne ayakkabı fırlatılıyor. Kanada’da İsrail üniversitelerinin boykotu tartışılıyor; üniversitelerin İsrail ordusuna yarayacak herhangi bir araştırma ya da yatırımı sonra erdirme çağrısında bulunuluyor. Uluslararası Af Örgütü, Birleşmiş Milletler’e, İsrail’in savaş suçu işlediğini Güvenlik Konseyi’nin Hamas’la birlikte İsrail’e insan haklarını ihlâlde kullanılan silahlara âcilen ambargo uygulanmasının gerektiğini bildiriyor. Fakat Türkiye’den Davos’taki “çıkış”ın altını dolduracak en ufak bir diplomatik tepki ya da yaptırım yok…
İSRAİL’LE İLİŞKİLERE DOLU DİZGİN DEVAM
Görünen o ki Türkiye başta silâh alımı ihâleleri, askerî ve savunma işbirliği anlaşmaları olmak üzere İsrail’le bütün ekonomik ve stratejik ilişkiler dolu dizgin devam ediyor. Dahası, bu ihâle ve ilişkileri gözden geçirme irâdesini bile gösteremiyor. Savunma Sanayii Müsteşarı Murad Baydar’ın, “İsrail’le yürüyen projelerde bir problem yok, hiç bir değişiklik yok. Bunlar uzun vadeli projeler ve bu projelerde son halinde bir değişiklik yapamayız” ifâdesi, bunun açık bir teyidi…
Diğer taraftan yeni Amerikan Başkanı Obama’nın söz verdiği plânla işgalci Amerikan askerlerinin Irak’tan çekilip Kuzey Irak’ta konuşlanmasıyla Irak’ın bölünmesi ve kuzeyde kukla devletin resmen ilânı eş zamanlı yürütülmekte.
Kış aylarında terör eylemlerine taktik gereği “mola” verildiği, Türkiye’ye karşı şantaj olarak her an terör olaylarının yeniden başlatılabileceği belirtiliyor. Bu maksatla “stratejik müttefik” ABD’nin kontrolündeki Irak’ta elebaşlarını teslim etmediği ve bir türlü tasfiye etmeye yanaşmadığı PKK terör örgütünün bölgedeki terörist kampları Türkiye’ye karşı yönelik eylemler için gerektiğinde kullanılacak bir koz, tehdit ve şantaj aracı olarak hazır tutuluyor. En vahimi de başta Musul ve Kerkük’ün peşmergelere teslimi olmak üzere Türkiye’nin “kırmızı çizgileri”nin bir bir çiğnenmesinin ardından Kuzey Irak’ta kurulacak kukla devletle birlikte Güneydoğu Anadolu’nun Barzani üzerinden “federasyon” tartışmasının içine itilmesi plânı. Ankara, tamamen fitne ve tefrikayı hedefleyen bu “ecnebî politikası”na karşı eli kolu bağlı bekilyor.
İktidarıyla, Meclis’teki muhalefetiyle, bu emr-i vakilerin hiçbiri siyasetin gündeminde yok. Bir tek akıbetsiz “dosya savaşları” ve millete karşı karşılıklı siyasî gerilimi tırmandıran ve seçmeni ayrıştırarak kutuplaştırıp paylaştıran siyasî salvolarla, millete faydası olmayan “siyasî düello” ve meydan okumalar var.
Türkiye siyasetinin Türkiye’nin gerçek gündeminin dışında dolanması, kaybettiriyor…
26.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|