Hafta başında Yeni Asya’nın “Kim bu MGK yetkilisi?” başlığıyla yayınladığı haberde, MGK’dan bir yetkilinin İsrail gazetesi Haaretz’e yaptığı açıklamalar vardı.
Buna göre, söz konusu yetkili, Başbakanın Davos çıkışını takip eden süreçte, İsrail Kara Kuvvetleri Komutanının provokatif sözleriyle tırmanan kriz bağlamında kendisinin İsrail’e yaklaşımını anlatırken ilginç şeyler söylemiş.
Söz gelişi, “Biz Türklerin bölgeye karşı hâlâ Osmanlıcı bir bakışımız var” demiş ve İsrail’e yakın duruşlarının gerekçesini buna bağlamış.
Sözlerinin devamında, “Arapların Osmanlıya ihaneti hâlâ bilinçaltımızda yatıyor” diye ekleyip, “Bu yüzden Araplarla değil de İsrail’le bağlarımız olması çok doğal. İsrail ve Yahudiler bizim gerçek müttefikimiz” ifadelerini kullanmış.
İsrail muhabbetini Osmanlıcı bakışla gerekçelendirmek, birkaç noktadan son derece tuhaf.
Bir defa, Osmanlıyı çöküşe götüren en önemli sebeplerden biri, Filistin’de bir Yahudi devleti kurma yolundaki ilk teşebbüsün Sultan İkinci Abdülhamid tarafından reddedilmesi değil mi?
Yine Osmanlının çöküş sürecinde, hem Balkanlar’daki ihtilâlci komiteleri tahrik edip yönlendiren, hem de İttihadçılara nüfuz edip onları saptıran mason localarının rolü olmamış mıydı?
Bu tarihî gerçekler ortadayken, “Osmanlıcı bakışa sahip olduğumuz için İsrail’e yakın duruyoruz” demenin nasıl bir mantıkî izahı olabilir?
MGK yetkilisinin sözlerindeki bir başka garabet, İsrail sevgisini izhar ederken, iliklerine işlemiş “Arap nefreti”ni açığa vurması ve bunu, klasik tekerleme olarak hep tekrarlanagelen “Osmanlıya Arap ihaneti” nakaratıyla dile getirmesi.
İngiliz casus Lawrence’in başını çektiği dessas iğvalara kapılarak isyan eden küçük grupların yanlışını bütün Arap âlemine teşmil ederek ve Türk ırkçılığı namına Arapları karalayarak bugünlere gelen bu söylemin, derin bürokrasi cenahında hâlâ seslendirilmesi ne anlama geliyor?
Hele Türkiye’nin Arap ülkeleriyle de ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı, hattâ küresel krizin olumsuz etkilerini hafifletmek için Arap sermayesinden medet umduğu bir dönemde Ankara bürokratı nasıl oluyor da böyle konuşabiliyor?
Ve bu çeşit durumlarda hep yapılagelen, kimliğini gizleyerek korsan mesajlar verme densizliğinin bir kez daha tekrarlanması karşısında, hükümetin yapması gereken birşeyler yok mu?
Bu MGK bürokratının sözleri, Türkiye’nin bölgeye ağırlığını koyan bir “yumuşak güç” haline gelme ve bunu her ülkeyle iyi ilişkiler tesis ederek başarma politikalarına indirilmiş bir iç darbe ve kasıtlı bir suikast değilse ne olabilir?
“Araplarla düşman olmadan İsrail’le dost olunamaz” deniliyorsa o başka. Ama bu düşünce Türkiye’nin resmî politikasını yansıtıyor olamaz. O zaman da, bir MGK bürokratı, etik dışı bir yöntemle, kimliğini saklayarak, devletin politikasıyla çelişen çarpık görüşlerini seslendiremez.
Bir diğer nokta; İsrail’e yakınlığını Osmanlı vizyonuna dayandıran kafanın, gerçekte cumhuriyetten beri reddedip yerden yere vurduğu Osmanlıya karşı derin bir nefret besliyor olması.
Bilhassa Yavuz’un hilâfeti devralmasından sonraki Osmanlı dönemini her fırsatta karalayan; “Osmanlı Türklerin millî kimliğini bozdu” iftirasını ağzından düşürmeyen; “Ne işimiz vardı Mekke’de, Medine’de, Yemen'de Arap çöllerinde?” diyerek, cihan devleti Osmanlının “hâdimü’l-haremeyn”lik misyonuyla oralara hizmet götürmesini diline dolayan kafa şimdi ne oldu da, “Osmanlıcı bakışa sahibiz” demeye başladı?
Sebep, İsrail muhabbetini izah için kullanılan “ulusal çıkarlar” gerekçesinin yetersiz kaldığının görülmesi üzerine kitlelerdeki Osmanlı sevgisinin istismarından medet umulur hale gelinmesi mi?
Bu durum, yine piyasaya sürülen “neo-Osmanlı” modasındaki İsrail parmağını ele vermiyor mu!
26.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|