Yeni nesil ve bu gazetenin yeni okuyucuları bilmelidir ki, kırk yıllık okuyucuların anlattıkları, sadece dillendirilmesinde sakınca görülmeyenlerdir. Yoksa anlatılacak o kadar çok şey var ki, değil bir makaleye, bir kitaba bile sığmaz. Onun başına gelen herşeyi dile getirmeye dilimiz varmıyor, gönlümüz razı olmuyor. Aslında Yeni Asya’nın doğuşundan bugüne kadar, ömrünün her karesi kutlanmaya, tebrike değer. Mânâ ve muhteva olarak onun birinci yılıyla kırkıncı yılı arasında bir fark yoktur. Hatta onun doğuşu ve birinci yılı, çocukluk ruhumuzla buluşan bir safiyetle, daha bir heyecan verici, daha bir sıcak. Bir ortaokul öğrencisi olarak, dâva nedir, risale nedir, Bediüzzaman kimdir, bilmeden, tanımadan; satır satır, çizgi çizgi, renk renk okuduğum haftalık İttihad’ı hâlâ ne kadar özlediğimi tahmin edemezsiniz. Yeni Asya’nın ilk sayısını bize ulaştıran gazetemiz, ümit ederiz ki İttihad’ın da ilk sayısını bir gün bize ulaştırır. “Bâb-ı Âlide sabah oldu, şimdi gündüzdür/ İttihad âleme nur saçan aydın yüzdür.”
Muhterem Ali Oktay kardeşimizin, “Aşk mıdır ki?” albümünde üçüncü sırada yer alan “Allah’a yönel” adlı şiirimiz, İttihad’ ın birinci sayfasında, sarı renkli bir çerçeve içinde haftanın şiiri olarak çıkmıştı. Van’da bir hizmet gezisinde Bekir Berk ağabey, o şiiri hizmet kafilesine marş olarak söyletmişti. Ah o günler ah... Hatırladıkça, Cennetten esintiler estiriyor.
Zübeyir Ağabeyin, “Lahana yaprağı kadar da olsa” diyerek, günlük bir gazeteye olan ihtiyacı dile getirdiğini, bütün cemaatin ve Üstadın fiilî hizmetkârlarının bu ihtiyaç meselesinde ittifak ettiklerini ve daha birçok meseleyi, ben gazetenin çıkışından birkaç yıl sonra duyanlardanım. 21 Şubat 1970’te günlük Yeni Asya’yı alıp okuduğum zaman bile, onun hasretle beklenen bir gazete olduğunu bilmiyordum. Bugün Yeni Asya’yı, hep o yıllardaki aynı duygu, aynı safiyet, aynı sevinç, aynı heyecan ile karşılamayı, doğrusu, çok isterim.
***
Aslında kırk yıl aynı gazeteyi elden bırakmamak, ona gönül vermek, ona koşmak yahut her gün onun yolunu gözlemek, başlı başına dikkate değer bir husustur. Sosyologların, araştırmacıların kafa yormasına değer bir hâdisedir. Her sene, her ay, hatta her gün gazetesini değiştirenlere çokça şahit olursunuz. Tuttuğunu bırakmanın, vazgeçmenin bir marifeti, bir değeri yoktur. Hatta değersiz bir alan haline gelen günümüz siyasetinde bile, elbise değiştirir gibi parti değiştirenlere değer verilmez. San’atta, müzikte ve sporda bile kendi tarzında, üslûbunda ve tuttuğunda sebat edenler makbuldür. Yenilemek ve yenilenmek adına nice değerlerimizin kaybolup gittiği, kimlik bunalımının yaşandığı bir devirdeyiz. Şöhret budalası olup kanaldan kanala atlayanlar, zaten bahsimizden hariçtir.
Günübirlik siyasetlerin, sun’î gelişmelerin, gizli tezgâhların bombardımanında, iman ve Kur’ân dâvasının safvetini, Bediüzzaman’ın fikirlerini bütün berraklığıyla ortaya koymanın zorluğunu ve mes’uliyetini Yeni Asya kadar omuzlarında taşıyan bir başka gazete gösterilebilir mi?
Yeni Asya da eğer bugünün Cumhuriyet Türkiye’sinde, her gün milliyet diye diye, nelere tercüman olduğunu bile bilmeyerek, nefis ve siyaset hürriyetiyle, zamana uyarak vakitsiz bir ötüşle yoluna devam etseydi; maazallah yeni bir şafağa veya başka bir sabaha kalmadan millî bir merasimle manevî ve fikrî istikamete veda etmişti..
***
Bilmem, dilimin varmadığı bir hakikate hafiften bir değinsem mi? Diyorum ki, bu gazete, ülkenin ve milletin muhtaç olduğu değerleri savuna savuna, mukaddes dâvânın tercümanına tercüman ola ola yol alırken, kırk yılın her birisinde, bilhassa her on yılda bir yediği darbeler esnasında gazetenin gür sesine, cesaretine ve doğruda sebatına tahammül edemeyen, duruşuna eyvallah diyemeyen, yarıştan çekilen ya da başka dolmuşlara binmeyi tercih eden....
Her neyse, cümlemi tamamlamaya dilim varmıyor. Ama siz pekâlâ anladınız ki, “Şimdi gazetenin tirajı bir milyondan fazla olurdu” dediğinizi duyar gibi oldum. Yok yok, o kadar da fazla olmasın. Çünkü o kadar fazla tirajın, virajı da fazla olur. İstikameti muhafaza edelim de... Ve unutmayalım ki, aynı istikamette yol alabilecek o kadar çok insan var. Ama hâlâ habersizdirler. Onları bulalım, onlara ulaşalım. Gayret bizden, tevfik Allah’ tan.. Gazetenin mazisine ve mücadelesine bakıldığında, bilhassa şu soru, herkesin kafasında şimşek gibi çakıyor:
-Bütün bu yaşananlara rağmen, nasıl oluyor da, hâlâ ayakta kalabiliyor, hâlâ adından söz ettirebiliyor ve en önemlisi de, hâlâ istikametini muhafazada bir numara olabiliyor? İşte cevabı:
-Çünkü bu gazete; İslâmiyet ve insaniyet adına, dünya ve ahiret adına; insan hakları, adalet, meşveret, hürriyet ve demokratlık adına savunduklarını, şaşmaz bir hakikate, mukaddes bir kaynağa dayandırıyor. Çünkü onun fikir Üstadı tam yüz sene önce şöyle demişti:
“Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mâzi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i Şeriatla dâvet olunsam; neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden tarih celbnâmesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim.”(Divân-ı Harb-i Örfî, s. 50-53)
Ve hâlâ bu gazetede bir köşe yazarı gibi, mübarek simasını ve bakışlarını resmiyle de olsa bizden esirgemeyen ve hakikaten de esirgemediğine ve bizi bırakmadığına inandığımız o büyük Üstâdın hayat hikâyesi ve muazzam eserleri meydandadır. Öyle bir hayat ki, filminden bile âciz kalınıyor. Onun filmini yapmak, en usta rejisörlerin en büyük hayalidir.
Son olarak birşey söylemek istiyorum:
Yeni Asya’yı yolundan ve istikametinden caydırmak emelinde ve arzusunda olanlar, hele hele bundan sonra hiç heveslenmesinler, boşuna uğraşmasınlar.
Çünkü o artık kırk yaşında!
“..Ve keza yaş kırka baliğ olduğunda iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz.”
(İşârâtü’l-İ’câz, s. 167.)
26.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|