Bediüzzaman Hazretlerini tanıyanlar, onun cihan harbini müteakiben gördüğü meşhur rüyayı hatırlayacaklardır. Efendimizin (a.s.m.) taht-ı riyasetinde, geçmiş asırların meb’uslarından oluşan nuranî meclis, bu dünya harbinden mağlûp çıkışımızın hikmetini sorar. İstikbali hal ile kucaklayan cevabın birkaç cümlesini arz edeceğiz: “Galip olsa idik, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye belki daha şedidane (şiddetlice) kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimane, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münafi, hem ehl-i imanın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir... Eğer ona yapışsa idik âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecek idik... Manen vahşi bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhde edecektik.... ” (Sünûhat, s. 56)
Mağlûbiyet, millet olarak mazlumiyetimizi netice verince hem biz, hem de halimize ağlayan İslâm âlemi, gaddar, sefih ve vahşi Batı medeniyetine ambargo uygulamış, bu hal sun’î istiklâliyetimizin kabul gördüğü Lozan’a kadar sürmüş. Lozan’dan sonra, millet ile idareciler ayrılmış, İngilizin yardımıyla idare edenler gaddar, dinsiz ve sefih medeniyeti Asya’da icraya koyulmuşlar. Çok ilginçtir ki, Bediüzzaman Hazretleri, İkinci Cihan Harbindeki İngilizlerle ittifak günlerinde de aynı mânâyı seslendirmiştir. (Bkz. Kastamonu Lâhikası, s. 19)
Burada kanaatimizce çok önemli bir nokta var: Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu’dan Isparta’ya gönderdiği bir mektubunda “Muvakkat cereyanlara kapılıp millet ve vatanın ve hükümetin menfaatini bazı şahısların muvakkat siyasetlerine tâbi etmek, belki aynını telâkki etmek çok yanlış olmakla beraber.... ” (s. 35) diyerek, dindarlara çok önemli bir ikazda bulunuyor. Menfaatlerini dinin menfaati olarak görerek 12 Mart sonrasında Türkiye Müslümanlarını harama bulaştıran “siyasal İslâmın” açtığı kapı, maalesef bir türlü kapanmadı. O zamanlarda Kemalistlerden kabul gören bu dindarların durumu, 12 Eylül’den sonra global dünyada meydana gelen ayrışmaları herkesten önce bize bildiriyor. Ve Üstad, insaniyet ve İslâmiyet taraftarı İsevî Avrupa’yı zalim Avrupa’dan ayıran haberleri mektuplarla talebelerine bildiriyor.
Çok partili dönemde meydana gelen askerî müdahalelerin netice olarak sefih ve dinsiz Avrupa'nın hanesine yazıldığını biliyoruz. Milletin askerî ihtilâllere olan muhalefeti de buradan gelir. Fakat gayet münafikâne dizayn edilen 12 Eylül ile zalim Avrupa, milletin zihnini iğfal etti. Kemalistlerle bazı muhafazakâr ve dindarların korku ve menfaat ortak paydasında buluşmaları, milletin tarihî duruşunu kısmen bozdu. Bilhassa dindarlıklarından halkın teveccühüne mazhar olmuş bir kısım siyasetçinin hak, adalet, hürriyet ve ahlâk gibi kırmızı çizgilere ehemmiyet vermeden Kemalistlerle sarmaş-dolaş olmaları; Amerika ve Avrupa’daki zalim medeniyetçilerin işini kolaylaştırdı. Düne kadar aşağılanan Anadolu insanını bakan, vekil ve yüksek bürokrat olarak gören millet de yavaş yavaş menfaate yöneldi. Bunu tesbit eden Amerika ve Avrupa’daki zındıka enstitüleri, bütün imkânlarıyla İslâm coğrafyasına ve bilhassa Türkiye’ye yöneldiler. Hükümet, üniversite, STK’lar ve daha birçok kuruluş ve kişiyle irtibata girerek, ülke sathını işgale koyuldular. En çirkin, yüz kızartıcı ve ahlâksızca manzaralara efkâr-ı ammenin tam tepki verememesi buradan geliyor. Yani sonradan görme bazı muhafazakâr ve dindarlar “galipler liginde oynama” tutkusuyla sahneye çıkarken, bazıları daha da ileri giderek, küresel dinsizlik cereyanlarıyla doğrudan temaslara girip, galipler ligindeki hayatı, aile efradıyla birlikte dolu dolu yaşamaya başladılar. Dindar cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlarımızın gözetimindeki ükemizde; dinsizliğin, sefaletin ve ahlaksızlığın nasıl revaç gördüğünü müşahede etmek isteyenler, tarafgirlik gözlüklerini takmadan çevrelerine azıcık baksalar, dehşeti tüm boyutlarıyla göreceklerdir.
Zalimce, zalimlere yardımla, midesine haramı doldurarak ve fakru zaruret içindeki milletin imkânıyla müreffeh yaşamanın dehşetini; Allah’a ve ahirete inananlar iyi bilirler.
Müslümanlar rahat ve medenîce yaşamayı hak etmiyorlar mı? Elbette, fakat bu medeniyetle değil. Bizim dahil olacağımız medeniyet, yukarıdaki medeniyetin inkişaından (kabuk çatlatmasından) inkişaf edecek hakiki medeniyettir. Doğu ile batının İslâm ve insan ortak paydasında buluşacakları medeniyettir. Yoksa, hasis menfaatler için zalimlerin sofrasına yanaşarak ve onların İslâm coğrafyasını ve milletlerini talan ve yağmasına vesile olacak medeniyetten, Allah’a ve ahirete iman edenler uzak durmalılar. Komplekslerini tatmin için zalim galiplerin liginde ve mahfilinde yaşamaya çalışmak, insaniyete de ihanettir.
27.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|