"Gerçekten" haber verir 27 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Yedi göğü birbiriyle âhenk içinde O yarattı. Rahman'ın yarattığında nizamsızlıktan eser göremezsin. Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun?

Mülk Sûresi: 3

27.02.2009


Hiç düşmeyen uçaklar!

Şu kâinattaki ecrâm-ı semâviyenin kıyamları, devamları, bekaları, sırr-ı kayyûmiyetle bağlıdır. Eğer o cilve-i kayyûmiyet bir dakikada yüzünü çevirse, bir kısmı küre-i arzdan bin defa büyük milyonlarla küreler, feza-yı gayr-ı mütenâhi boşluğunda dağılacak, birbirine çarpacak, ademe dökülecekler. Nasıl ki, meselâ havada, tayyareler yerinde binler muhteşem kasırları kemâl-i intizamla durdurup seyahat ettiren bir zâtın kayyûmiyet iktidarı, o havadaki sarayların sebat ve nizam ve devamlarıyla ölçülür. Öyle de, o Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâlin madde-i esiriye içinde hadsiz ecrâm-ı semâviyeye nihayet derecede intizam ve mizan içinde sırr-ı kayyûmiyetle bir kıyam, bir beka, bir devam vererek, bazısı küre-i arzdan bin ve bir kısmı bir milyon defa büyük milyonlarla azîm küreleri direksiz, istinatsız, boşlukta durdurmakla beraber, herbirini bir vazifeyle tavzif edip gayet muhteşem bir ordu şeklinde, emr-i kün feyekûn’dan gelen fermanlara kemâl-i inkıyadla itaat ettirmesi, ism-i Kayyûmun âzamî cilvesine bir ölçü olduğu gibi, herbir mevcudun zerreleri dahi, yıldızlar gibi, sırr-ı kayyûmiyetle kaim ve o sırla beka ve devam ediyorlar.

Lemalar, Otuzuncu Lem´a, s. 337

***

Bu âlem şehrinde, dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları—bir kısmı, kozmoğrafyanın dediğine bakılsa—küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa süratli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyâde büyük ve bir milyon seneden ziyâde yaşayan ve bir misafirhâne-i Rahmâniyede bir lamba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, hergün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki, sönmesin.

Sözler, On Üçüncü Söz, s. 143

***

Bak bir saltanatın haşmetine ki, gemileri ve tayyareleri içinde öyleleri var ki, bin defa küre-i arz kadar bir cesamette ve bir saniyede sekiz saat mesafeyi kat eden sürattedir. İşte, böyle bir Sultana ubudiyet ve imanla intisap etmek ve şu dünyada ona misafir olmak ne kadar âli bir saadet, ne derece büyük bir şeref olduğunu kıyas et.

Mektubat, Üçüncü Mektup, s. 21

***

Hem, semâvât meydanında, denizinde, fezâsındaki yıldızlar ise, mutî neferler, muntazam sefîneler, hârika tayyâreler, acâip lâmbalar gibi vaziyetiyle, Senin saltanât-ı ulûhiyetinin şâşaasını gösteriyorlar.

Lem'alar, Münacat, s. 351

***

Meselâ, tayyâre-i beşer Kur’ân’a dese: “Bana bir hakk-ı kelâm ver, âyâtında bir mevkî ver.” Elbette o daire-i Rubûbiyetin tayyâreleri olan seyyârât, arz, kamer, Kur’ân nâmına diyecekler: “Burada cirmin kadar bir mevkî alabilirsin.”

Sözler, Yirminci Söz, s. 240

LUGATÇE:

tayyare: Uçak.

küre-i arz: Dünya.

cesamet: Büyüklük, irilik.

ecrâm-ı semâviye: Gök cisimleri, yıldızları, kütleleri.

sırr-ı kayyûmiyet: Allah’ın, varlığı ve diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için ayakta tutması sırrı.

feza-yı gayr-ı mütenâhi: Sonsuz, nihayet bulmaz uzay.

adem: Yokluk.

kasır: Saray.

kemâl-i intizam: Tam bir düzen.

emr-i kün feyekûn: Allah’ın, bir şeye “ol” deyince onu hemen meydana getiren emri, işi.

27.02.2009


Birinci vazifemiz

“Oku” idi insandan istenen ilk vazife. Hece hece kendini, satır satır yeryüzünü, sayfa sayfa âlemi okuyacaktı insan. Bunu da kendisini diğer canlılardan farklı ve üstün kılan akıl, düşünce, fikir nimeti ile başaracaktı.

Ne için ve nasıl okuyacağını, nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen insana, merak ettiği tüm soruların yer aldığı bir de Kitap verilmişti. Yaş ve kuru ne varsa içinde bulunan Kur’ân’ı okuyacaktı insan. Kur’ân’ı okuyan, emir ve yasaklarına göre davranan, hem bu dünyada hem de ahirette huzur ve mutluluğa kavuşacaktı.

Gün geldi okumak da zor geldi insana. Bir çiçeğe “Çok güzel” dedi ama dediğiyle kaldı. Üzerindeki okunmak bekleyen isim ve sıfatları, gafletin kara perdesi gözünü kapattığından okuyamadı. Okumayı bilmeyene her bir tablo sönük ve kıymetsiz göründü. Ya tabiata, ya da sebeplere havale edildi.

Gün geldi Kur’ân’ın okunmasını istemeyen, okuyanlara da baskı ve zulmedenler oldu. Ve bir gün, asrın imamı, hakikatli, sadık bir rüyanın müjdeli tâbiri ile Kur’ân’ın etrafındaki surların yıkılacağını ve Kur’ân’ın kendi kendini açıklayacağını, müdafaa edeceğini bildirdi. Ve kısa zaman sonra bu hakikat, güneş gibi yeryüzüne yayıldı. Kur’ân güneşinin bu asrımıza bakan imanî âyetleri yazılıyor ve okunuyordu. Bu okuma-yazma seferberliğine hiçbir şey mani olamıyordu. Bu uğurda zindanlara atılsalar da, orada da daha gayretli bir şekilde okumaya devam ediyorlardı. Hapishaneler ıslahaneye ve birer ilim meclisine dönüşüyordu.

Hayatı ve eserleriyle hep okumayı ders veren Bediüzzaman Hazretlerini, en çok heyecanlandıran projelerinden biri de, fen ve din ilimlerinin bir arada okutulacağı bir medresenin inşâsı idi. Böylece fikirleri ve farklı kültürleri birbirine yaklaştıracak birlik ve beraberliğe bir yol açacaktı. Zira bütün cehalet, okuyamamaktan geliyordu.

Üstadımız her yerde ve her şartta okuyor ve okutuyordu. Kara zindanlar bir okuma mekânı olduğu gibi, yemyeşil dallarını sarkıtan ağaç gölgeleri de bir okuma mekânı oluyordu. Bu kimi zaman bir dağ eteği, kimi zaman bir ağaç kulübeciği oluyordu. Savaşta avcı hattında, vızır vızır kurşunların geçtiği bir anda dahi Kur’ân nurlarını yeryüzüne yaymak için okuyor ve yazıyordu. Hizmetin “imkânımız yok ya da yetersiz” gibi hiçbir engel ve mani taşımadığını, her şartın ve mekânın hizmete en uygun yer olduğunu hayatıyla ders veriyordu.

Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey, en mühim iki şeyin “1. Okumak, 2. Uhuvvet, ihlâs ve samimi hizmet” olduğundan bahsediyordu. Demek ki önce anlayarak, devamlı olarak okuyacağız, sonra da okumakla elde ettiğimiz ihlâs, uhuvvet ve samimiyetle hizmete koşacağız. Birinci vazifeyi yerine getirmeden diğerlerine geçmek olmuyor. Olsa da eksik olduğu için tam verim alınamıyor.

Ve gün geldi, Risâle-i Nur Külliyatı dünyada en çok okunan Kur’ân tefsiri ve en çok başvurulan ilmî bir kaynak olarak yerini aldı. Ne mutlu okuyan ve ihlâs, samimi gayret, sebat ile hizmete devam eden hamiyetperverlere…

Not: Gazetemizin 40. yılını kutlarken tüm okur ve yazarlarımıza da tebrik ve teşekkürlerimizi sunuyoruz. En çok okunan gazetenin Yeni Asya olduğunu söylersek abartmış olmayız. Tirajı yüksek olan gazeteler gibi beş dakika içinde önemli başlık ve resimlere bakılıp geçilen bir gazete olmadığı için; her sayfası, her köşesi satır satır dikkatle okunduğu için Yeni Asya en çok

okunan gazetedir.

Mehtap YILDIRIM

27.02.2009


İman Kur’ân dâvâsının nâşiri

Daha Yeni Asya gazetesi çıkmadan önce yayınlanan haftalık ‘İttihad’ gazetesiyle 1969’da Bayburt’ta tanışmıştım. Buna da sebep, Allah (c.c.) rahmet etsin berber Mehmet Kantar Ağabeyimiz sebep olmuştur. Gerek haberleri ve yorumları, gerekse köşe yazıları çok ilginç geliyordu. Diğer basın ve yayın organlarına hiç benzemiyordu. Öyle ki haftaları adeta iple çekiyorduk. Bir hafta beklemek çok uzun geliyordu.

Okuyucularının “Keşke İttihat gazetesi günlük olarak çıksa” şeklindeki istek ve arzuları, kuvvetli bir duâ yerine geçmişti. Nihayet günlük bir gazete çıkacak diye müjdeli haberler geldi. Sabırsızlıkla beklerken 21 Şubat 1970 Cumartesi günü Yeni Asya gazetesi’nin ilk sayısı çıktı. Okuyucuları arasında adeta bir bayram havası uyandırmıştı. Aynı gün Bayburt’un kurtuluş yıldönümü (21 Şubat 1918) kutlama törenlerine rastladığı için, iki bayramı bir arada kutladık ve bu tevafuku büyük bir hayra yorumladık. Bu heyecanla abone kampanyasına girişildi. Rahmetli Berber Ağabeyimiz işini bırakarak, gazeteleri abonelere kendi götürüyor, bize de şevk unsuru oluyordu. Bu sıralarda ben de gazete temsilciliği için müracaat ettim. Birkaç gün sonra Can Alpgüvenç imzasıyla Yeni Asya gazetesi temsilcilik kartım elime ulaştı. Çeşitli haber ve röportajlarda kullandığım bu kartımı hâlâ saklıyorum.

Kırk sene beni Yeni Asya’ya bağlayan en büyük sâik, bir dâvâ gazetesi oluşudur. Bilindiği gibi, bu zamanda en büyük dâvâ ise İman Kur’ân dâvâsıdır. İşte Yeni Asya gazetesi, bu kimlikle meydana çıkmış ve bu kudsî dâvânın en büyük neşir kaynağı olan ve Kur’ân’ın mû’cizevî bir tefsiri bulunan Risâle-i Nur’un naşir-i efkârı olmuştur. Öyle ki, Risâle-i Nurların yasak sayıldığı darbeci cunta yönetimlerinde bile dik duruşunu bozmamıştır. (Aslında Risâle-i Nurların hukuken yasak edilemeyeceği 2200’e yakın mahkeme kararıyla sabit olmuştur.) Hatta, muhtelif zamanlarda çeşitli engellerle karşılaştığı, maddeten çok büyük darbeler indirildiği, sıkı takibe alındığı halde, başka isimlerle yayınını sürdürmüş, dik duruşunu bozmamış ve dâvâsından taviz vermemiştir. Bu konuda yaşadığı badireleri, verdiği mücadeleleri anlatmak, birkaç cilt kitaba ancak sığar. Bu konuda böylesi çok çetin mücadele veren başka bir yayın organı göremiyorum. İşte beni Yeni Asya’ya bağlayan ve devam ettiren en büyük özelliği budur. Ben her zaman Yeni Asya’yı sıradan bir gazete olarak değil, aynı dâvâya gönül veren, aynı kaynaktan beslenen ve aynı ortak değerlere sahip olan bir kesimin şahs-ı manevîsi olarak algılamışımdır ve bu kanaatim hiçbir zaman değişmemiştir.

Yarım asra yaklaşan bu zaman dilimi içerisinde birçok olaylara şahit oldum ve birçok olayları da bizzat yaşadım. Bunlardan biri: Mart 1971’de askerî yönetim tarafından o zamanki hükümete muhtıra verildiği günlerde Bayburt’ta bir okulda öğretmen idim. Bir gün derste iken, “Müfettişler seni okul müdürünün odasında hemen bekliyorlar” diye bana bir haber geldi. Hiç beklemediğim bu durum karşısında şaşırdım ve heyecanlandım. Çünkü, teftiş olsa, bir müfettiş gelir. Böyle birkaç müfettişin çağırması hayra alâmet değildi. Anlaşılan, hakkımda şikâyet vardı ve görevden alınmam bile söz konusuydu. Her neyse gittim. Müdür odasına girdiğimde, mahkeme salonuna girdiğimi zannettim. Üç müfettiş engizisyon hakimleri gibi yan yana oturmuş beni bekliyorlardı. Derken, karşılarındaki sandalyeye oturdum. Hakkımda bazı ihbarların olduğunu, onun için beni çağırdıklarını belirterek, soracakları sorulara cevap vermemi istediler ve sormaya başladılar: “Sen okuldan çıktıktan sonra bir yerlere toplantılara gidiyormuşsun? Hem de Yeni Asya gazetesi okuyormuşsun? Ayrıca, Avukat Bekir Berk’ten övgüyle bahsediyormuşsun?”

Sorular bitmiş ve sıra bana gelmişti. O anda takınacağım tavrın çok önemli olduğunun farkında idim. Çünkü heyecana veya öfkeye kapılıp, ölçüsüz ifade vermem aleyhimde olabileceği gibi, korkak ve çekingen davranmam da aleyhimde olabilirdi. Onun için itidalimi muhafazaya çalıştım. Derken kısa bir sessizlikten sonra “Sorularınız bitti mi?” dedim. “Evet” cevabını alınca, arkama yaslandım ve şöyle cevap verdim: “Benim okul çıkışımdan, yani mesai bitiminden sonraki özel hayatım kimseyi ilgilendirmez, niçin soruluyor anlayamadım? Ayrıca, herkes bir gazete okuyor, ben de Yeni Asya gazetesi okuyorum, bu tercihim de kimseyi ilgilendirmez her halde. Diğer taraftan, bazı kimseler Deniz Gezmiş’i, Yusuf Aslan’ı ve Hüseyin İnan’ı övüyor, ben de sözü edildiğinde Bekir Berk’i överim. Bu da bana ait bir kanaattir, dolayısıyla kimseyi ilgilendirmez!” dedim.

Sözlerimi bitirdikten sonra, yeni yeni sorular bekliyordum. Fakat, bir müddet kendi aralarında bir şeyler konuştuktan sonra, her halde benim cevabımı yeterli görmüş olacaklar ki, başka soru sorma gereğini duymadılar ve bana dönerek “Özür dileriz Naci Bey, biz görevimiz icabı sizi buraya çağırdık, buyurun dersinize girin” dediler. Bu olay bana daha çok güven ve cesaret vermiş, hizmette ayrı bir şevk unsuru olmuştur!

NACİ TEPİR

27.02.2009


Bir mektepsin Yeni Asya

Yıllar boyu okuduğum

Bir mektepsin Yeni Asya

Kilim kilim dokuduğum

Bir mektepsin Yeni Asya

Ne tam geldim, ne vazgeçtim

Kaynattığın çaydan içtim

Sana gülden kumaş biçtim

Bir mektepsin Yeni Asya

Yürüyorsun yavaş yavaş

Senin derdin değil savaş

Say ki şirket adı: SEVAŞ*

Bir mektepsin Yeni Asya

Bir Bedi’nin yolundasın

İhlâs yüklü kolundasın

Seherlerdeki duâsın

Bir mektepsin Yeni Asya

Gözlüyorum her gün seni

Sayfaların gül deseni

Kabul eyle böyle beni

Bir mektepsin Yeni Asya

Duâları ekliyorum

Büyümeni bekliyorum

Senin için gerçek, yorum:

“Bir mektepsin Yeni Asya”

Ceyhunî der; ümit kârım

Sana destek yoğum varım

Atmam seni Zülfikâr’ım

Bir mektepsin Yeni Asya

*SEVAŞ: Sevgi Anonim Şirketi

CEYHUNÎ (MUSTAFA AVCU)

27.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır