Hayatımızda Peygamberimizin (a.s.m.) çok önemli bir yeri var. Anne ve babamızdan daha önde bir konumda, çünkü anne ve babamız şu maddî âleme gelişimizde ve biyolojik hayatımızda vesilelik konumunda önemli. Oysa Hazret-i Muhammed (a.s.m.) kulluğumuzun ve ebedî hayatımızın vesilesi. Toplumumuz, kulluk anlamında iyi bir yerde olsun ya da olmasın Hazret-i Peygambere (a.s.m.) bir muhabbet beslemektedir.
Kültürümüze yerleşmiş bir arabesk tarz her uygulamada ortaya çıkıyor. Sevgilerimizi, acılarımızı dile getirdiğimiz türkülerin önemli bir kısmında acı ifadeleri ve ayrılıktan yüreği yanmış gönüllerin nidaları var. Bu hal özellikle doğu medeniyetlerinde ve Asya’da daha belirgin gözleniyor. Hatta bu acılar ve acıların dile getirilmesi bu coğrafyada anlaşılması zor bir haz veriyor. Hatta, gidip ağlayacak cenaze evi arayan bayanlardan bahsedilir. Oysa dinimiz yetimane hüzünleri yasaklamış. Çünkü her nefesi ve kalbinin her atışı Ezeli Kudretin kontrolünde olan varlıklar ve onlar içinde özellikle şuur sahiplerinin kendilerini yetim hissetmesi haksızlık ve edepsizlik olur. Bu anlaşılmaz hal, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) anılırken dahi ortaya konuyor. ‘Sen yetimdin Ya Resulallah!, Sen öksüzdün Ya Resulallah!’ tarzında ifadelerle Hazret-i Muhammed’i de (a.s.m.) kendi âlemimizdeki yapı içinde yetimleştiriyor ve yetimane hüzünlerle anıyoruz. Oysa Rabbini o derece yakın hisseden bir zatın (a.s.m.) ve Mi’rac yaşamış bir zatın kendini sahipsiz ve yalnız hissetmesi imkânsız olmalıdır. Toplum kültürümüzün tanım alanında algılanan bir Hazret-i Muhammed (a.s.m.) tanımı da arabeskleşme riski ile yüz yüze gibidir.
Ahir zamanın özellikleri ile ilgili pek çok tanım yapılıyor ve genel anlamda içinde yaşadığımız dönemle ilgili kanaatler, bu dönemin ahir zaman olmaya namzet olduğu noktasında ittifak ediyor. Olumsuzlukların nefis ve hevanın çok zorladığı şu dönemde manevî yığınağa çok ihtiyaç var. Rabb-ı Kerim’e hadsiz şükürler olsun ki, dâvâmızı ülkemize ve dünyaya duyurma gayreti içinde pek çok farklı dergi, gazete, kitap, her biri Risâle-i Nur’un anlaşılmasına ayrı bir renk ve zenginlik katan farklı ekollerin farklı yayınları var. Artık, Cenâb-ı Hakk’ın bizlere de nasip etmesi için fiilî ve kavlî olarak duâ ettiğimiz radyo lisanı ile de her eve, yoldaki insanlara da ulaşılabiliyor. Karpuzun içindeki çok sayıda çekirdekle adeta esma-i İlâhiyeyi bütün zeminde duyurmaya lisan-ı hal ile niyet etmesi gibi bizler de havadaki zerreler ve bu zerreleri mânâlara dönüştüren kulaklar ve idrakler adedince aynı mânâyı yaşatmak istiyoruz. Bu dâvâya gönül vermiş insanların samimiyet ve gayretleri sonucu her alanda büyük gelişmeler kaydedildi. Küçük bir beldede bir avuç insanın el yazısı ile kopyalamak şeklinde başladığı ancak bütün dünyaya haykırmak niyeti ve duâsı ile yola çıktığı günden bu güne büyük mesafeler katedildi. Kilitli dolaplar içinde, mum ışıklarında hapisler, sürgünler, işkenceler göze alınarak yazılması ile insanlara ulaştırılması noktasındaki o samimî niyet ve duâların sonucudur ki, bu gün İstanbul’un göbeğinde her türlü imkânlarla dâvâmızı insanlara ulaştırabilme nimetini bizlere Rahim-i Zül’cemal ihsan etti. Özellikle bu hakikatlerin yayılmasına gönül veren gençlerimiz gelinen noktayı iyi algılamalı ve bu nimete bir şükür olarak gayretlerini çok arttırmalıdır. Âlemlerindeki bu nurun kaynağı olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) algısını ve muhabbetini çok güçlendirmelidirler.
Batı kendi hayat standartlarını bütün dünyaya yaymaya ve kendi değer yargılarını dayatarak tek tip global bir kültür oluşturmaya yönelirken, hedef kitle olarak çoğunlukla gençleri ön plana çıkarmakta ve onların nefis mücadelesinin merkezinde yer alan hazlara yönelik ruhunu istismar edebilmektedir. Oluşturulan eğlence ortamları, şehevî arzuları galeyana getiren her türlü aracın kullanılması, düşünceden uzaklaştıran bütün oyalayıcı araçların kullanılması gençlikte var olan güçlü bir benlik, acz ve fakrını hatırlatacak hastalık, sıkıntılar ve ölümlerle nisbeten seyrek olarak yüzleşmesi ve kendinden uzak bilmesi, bunları unutturma amacına yöneliktir. Gençlik ruh hali ise buna çok yatkın ve bu yönden aldatılmaya fazlası ile müsaittir. “Cazibedar bir fitne” terimi bu mânâyı karşılıyor olmalıdır. Bediüzzaman bu probleme vurucu darbeyi Hazret-i Muhammed’den (a.s.m.) aldığı dersle ölümü ve gençliğin geçici olduğunu hatırlatmakla vurmaktadır.
Varlığı anlamlandırmak için öncelikle sağlam bir duruş ve pozisyonu iyi belirlemiş olmak şarttır. Bu benlik tanımının ilk ve belki de en önemli basamağıdır. Kimlik oluşturmak ve bu kimliği sağlam esaslar üzerine oturtmak her alanda dalgalanmaların ve fırtınaların sahnesi olan dünyada fert için bir tutamak, ayakta tutacak bir dayanak olacaktır.
Bediüzzaman’ın “beşerin nefs-i emmaresi” olarak adlandırdığı, ben merkezli şekillenmiş modern hayat, cazibeli ancak geçici ve günü birlik bütünü kuşatmayan sadece algıların alanına sınırlı, dar bakışlı çözümler sunabilir. Bunlar birer çözüm olmaktan çok göz boyama ve aldatmacadır. Duygular köreltilerek, belirli noktalardaki hassasiyetler kırılarak bu noktaya ulaşılır. Bu aldatmaca karşısında özellikle genç nesil risk altındadır. Dâvâmıza gönül vermiş gençler aynen Üstad gibi karşılarında büyük bir yangın var, içinde arkadaşları kalmışcasına imanlarını ve dostlarını kurtarma gayreti içinde olmalı ve bu koşturmaca esnasında ayaklarına dolaşanlara ehemmiyet vermemelidirler.
Farklı tanımlanmış bu hayat içinde Hazret-i Muhammed (a.s.m.) doğru zemininde tanımlanmalı ve yetimliği ve bize göre çektiği acılarla değil, nur-u Muhammedî (a.s.m.) tanımı ile ve insanlığın aydınlatıcısı ve esmanın açığa çıkarıcısı olma boyutu ile anılmalıdır.
İçinde bulunduğumuz bu günün sabahına karşı kendi etrafında milyarlarca kez dönmüş olan yeryüzü o zatın (a.s.m.) gelişi ile şereflenmenin heyecanını tekrar yaşar gibiydi. Sabaha kadar onbeş asır öncesinin heyecanını tekrar yaşamak arzusu ile bekleyen mü'minler kâinatı kuşatan bu büyük duyguya şahit oldular. Bu aslında manen kâinatın doğuşu ve yeryüzünün anlam buluş anı idi. Bu ana şahitlik, öze şahitlik ve elest meclisindeki akdin hatırlanmasına şahitlikti. Tazelenen akdimizle birlikte onu (a.s.m.) bekleyen atalarımızın duygularına ortaklık ve o zatın doğuş anını bekleyiş heyecanının yeniden yaşanması muhakkak insanlığa yeni bir heyecan verecek ve modern hayatın ekonomik kriz ve acımasız savaşlar gibi beşeri yaralayan halleri ortasında güçlü bir ümit ışığı olacaktır. Bu ışık aslında insanlık âlemini ve kâinatın bütün zerrelerini milyarlarca yıldır muhabbetin sıcaklığı ile ısıtan ve maddenin karanlığı ortasında mânânın nuru ile her yeri aydınlatan nur-u Muhammedi’dir (a.s.m.)
09.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|