Bir seçim münasebetiyle siyasîler yine meydanda... Veya radyo, televizyon kanallarında... Birbirini suçlamalar, enteresan isnatlar ve iddiâlar... Vatandaşa yönelik çekici, cezbedici sözler, vaadler...
Bir dönem belediye başkanlığı yapmış, şimdi milletten tekrar oy isteyen şu belediye başkanının söylediklerine bakın: “Belediye başkanı olduğum bu dönemde şu kadar kilometre yol asfaltlaması yaptım. İki alt, iki de üst geçit yaparak şehrimizin trafiğini rahatlattım... Vatandaşlarımızın rahat seyahat edebilmeleri için 15 adet yeni otobüs aldım... Şehrimizin çeşitli semtlerinde şu kadar çocuk parkı yaptım.. vs...”
Bir başka siyasî yetkili de: “İktidarımız döneminde şu kadar kilometre duble yol; şu kadar hastane, okul, üniversite yaptık... İşsizliği önlemeye yönelik ciddî tedbirler aldık... Enflasyonla mücadelemize devam ediyoruz... Şu kadar fakir vatandaşa şu kadar maddî yardımlarda bulunduk... vs.”
Söylenenlerin doğruluğu bir tarafa, zaten yapmakla mükellef oldukları, yapmak zorunda oldukları bu işleri, bu siyasî zevat ne diye söyler anlamak mümkün değil. Bu beyefendiler, yapmakla övündükleri, yaptıkları için havalara girdikleri bu icraatlarını sanki üzerlerine vazife olmadığı halde, millete fazladan bir iyilik olsun diye yapmışlar...
Birileri çıkıp da, “Beyefendi o söylediklerinizin hepsini zaten yapmak zorundasınız... Bunları bize bir iyilik, bir ikram olarak takdim etmenin anlamı var mı? Lütfen aslî vazifeniz olan ve yapmakla mükellef bulunduğunuz işleri yaptığınız için havalara girmeyiniz” diyebilse, belki siyasîlerin böyle içi boş, mesnetsiz, hamasî nutukları son bulacak...
Veya birileri çıkıp bu siyasî zevâta “Beyefendi, bize hep yaptıklarınızdan bahsediyorsunuz; yapmak zorunda olduğunuz halde yapmadıklarınızı hiç dile getirmiyorsunuz. ‘Yapacağım’ deyip de bugüne kadar kulak ardı ettiklerinizi, vaad ettiğiniz halde bir türlü gerçekleştiremediklerinizi niçin kulak ardı ediyorsunuz? Niçin bunların hesabını vermeden, yaptıklarınızın mübalâğalı bir şekilde reklâmını yapıyorsunuz? Halbuki milletten rey isteyerek hizmete talip olan siyasîler, söz verdikleri halde yapmadıklarının hesabını vermek zorundadırlar” diyebilseler mesele kalmaz. Belki o zaman siyasîlerin bazı ayak oyunlarının önü alınmış olur. Belki o zaman, bazı suistimallerin, hilelerin önü alınır.
Şurası önemli bir gerçektir ki, millet ekseriyetinin ehl-i tahkik olmayışı, söylenenleri esas alıp öylece karar vermesi, bazı siyasîlerin işini kolaylaştırıyor. Değişmez ölçülerin, sağlam düsturların, isabetli prensiplerin, çoğu insanımızın elinde bulunmayışı, önemli yanılgılara, tamiri güç yanlışlıklara sebebiyet veriyor. Bu eksiklikleri iyi bir fırsat olarak gören kurnaz siyasîler, her defasında olmadık vaadlerle, mübalâğalı, yanıltıcı reklâm ve propagandalarla saf vatandaşın aklını çelerek, arzuladığı hedefine kolayca kavuşuyor. Ne zaman ki milletin çoğunluğu hakkını hukukunu öğrenip, onu kullanmasını ve korumasını bilirse, işte o zaman, bugün için adeta kördüğüm haline gelen bir çok problemin çözümü de kolaylaşır.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle “hayat-ı siyasîyede sıdkın ölmesi”nin bir sonucudur bugün itibarıyla siyaset arenasında yaşanan sıkıntılar ve problemler. Siyaset alanında bugün mergub ve hükümferma olan meta; yalancılık, hile ve aldatmadır. Böyle olunca da karşılıklı güvenin yerini güvensizlik, itimatsızlık alıyor. Hâliyle her şey menfaat üzerine dönüp, devrini tamamlıyor. Sonuç olarak, Bediüzzaman’ın “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır” tesbitinin doğruluğu, bir kere daha hükmünü icrâ etmiş oluyor.
08.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|