Hz. Muhammed (asm), bütün beşere üstad
Peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve dâveti umum nev-î beşere baktığı için ve mu’cizâtça ve dince umuma fâik ve bütün nev-î beşere bütün hakâikte üstadlık edip, on dört asırda, parlak bir sûrette ispat eden ve nev-î beşerin medâr-ı iftiharı bir zâtın terbiye-i esâsiyelerini ve usûl-ü dinini terk eden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemâl bulamaz; sukût-u mutlaka mahkûmdur.
Sözler, s. 132, (yeni tanzim, s. 235)
***
..Hâtemü’l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımalıyız, dinlemeliyiz. Evet, o bürhanın şahs-ı mânevîsine bak:
Sath-ı arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medîne bir minber; o bürhan-ı bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imâna imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyâya reis, bütün evliyâya seyyid, bütün enbiyâ ve evliyâdan mürekkeb bir halka-i zikrin serzakiri; bütün enbiyâ hayattar kökleri, bütün evliyâ tarâvettar semereleri bir şecere-i nurâniyedir ki, herbir dâvâsını, mu’cizâtlarına istinad eden bütün enbiyâ ve kerâmetlerine itimad eden bütün evliyâ tasdik edip imza ediyorlar. Zîrâ, o ‘Lâ ilâhe illallah’ der, dâvâ eder. Bütün sağ ve sol, yani mâzi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nurânî zâkirler, aynı kelimeyi tekrar ederek, icmâ ile mânen “Doğru dedin ve söylediğin haktır” derler.
Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla teyid edilen bir müddeâya parmak karıştırsın.
Sözler, s. 214, (yeni tanzim, s. 370)
***
Anglikan Kilisesine cevapHAŞİYE
Bir zaman bîaman İslâmın düşmanı, siyasî bir dessas, yüksekte kendini göstermek isteyen vesvas bir papaz, desîse niyetiyle, hem inkâr sûretinde, Hem de boğazımızı pençesiyle sıktığı bir zaman-ı elîmde, pek şemâtetkârâne bir istifhâmıyla dört şey sordu bizden.
Altı yüz kelime istedi. Şemâtetine karşı yüzüne “Tuh!” demek, desîsesine karşı küsmekle sükût etmek, inkârına karşı da;
Tokmak gibi bir cevab-ı müskit vermek lâzımdı. Onu muhatap etmem. Bir hakperest adama böyle cevabımız var. O dedi birincide:
“Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) dini nedir?” Dedim: İşte Kur’ân. Erkân-ı sitte-i imân, erkân-ı hamse-i İslâm esas maksad-ı Kur’ân. Der ikincisinde:
“Fikir ve hayata ne vermiş?” Dedim: Fikre tevhid, hayata istikamet. Buna dâir şâhidim: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hud Sûresi : 112.) “De ki: O Allah birdir” (İhlâs Sûresi: 1.) Der üçüncüsünde:
“Mezâhim-i hâzıra nasıl tedâvi eder?” Derim: Hurmet-i ribâ, hem vücûb-u zekâtla. Buna dâir şâhidim “Allah fâizin bereketini giderip onu mahveder.” (Bakara Sûresi: 276.) “Allah, alış verişi helâl, fâizi haram kılmıştır.” (Bakara Sûresi: 275.) “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin.” (Bakara Sûresi: 43). Der dördüncüsünde:
“İhtilâl-i beşere ne nazarla bakıyor?” Derim: Sa’y asıl, esastır. Servet-i insaniye zâlimlerde toplanmaz; saklanmaz ellerinde. Buna dâir şâhidim: “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm Sûresi: 39.) “Altını ve gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanları ise, acı bir azabı müjdele.” (Tevbe Sûresi: 34.)
Haşiye: Yüz maşallah bu cevaba!
Sözler, s. 684, (yeni tanzim, s. 1214)
Lügatçe:
nev-î beşer: İnsanoğlu.
fâik: Üstün.
medâr-ı iftihar: İftihar vesilesi.
Hâtemü’l-Enbiyâ: Peygamberlerin sonuncusu.
bürhan: Delil.
sath-ı arz: Yeryüzü.
şecere-i nurâniye: Nuranî ağaç.
şemâtetkârâne: Kuru gürültü yapmak suretiyle. Arsızca.
istifhâm: Soru sorup anlamak, anlamak için sormak.
|