Türkiye ekranlarındaki ana haber bültenlerini izleyen bir yabancının telâşlanmaması mümkün değil. Dehşetli felâketlerin yaşandığı acıklı manzaraları veya korkunç savaşların sahnelerini ifade halet-i rûhiyeleri içindeki haber okuyucularının hali de dehşet verici… Arzu, iddia veya beklentilerin hüküm cümleleriyle verildiği bu programları izleyenler, memleketin taşıyla toprağıyla ayağa kalkıp yürüdüğünü zannedecekler...
İnsanların hem beden sağlıklarını, hem psikolojilerini ve hem de genel ahlâklarını bozan bu programların dünyada maalesef yalnızca Türkiye ekranlarına yansıdığını da belirtmek zorundayız.
Halk hangi haber ile uyutulacak, millet hangi usullerle zihni iğfale maruz bırakılacak ve hangi gerçekler karartılacaksa, hepsi için aşağı yukarı aynı metod tatbik ediliyor. Milletin merakı tahrik edilerek umutları, emniyeti ve ufukları samyeli görmüş bağlara çevriliyor.
Bediüzzaman Hazretlerinin neredeyse avamca ezberlenmiş bir sözü vardır. “Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz oynuyoruz.” Tanzimattan günümüze Osmanlı içinde vukua gelip de, ipleri Avrupa´nın elinde olmayan kaç hareket gösterebiliriz ki… Önemli olan sosyal hadiselerdeki “millet iradesinin” payını yüksek tutmaya çalışmaktır.
Troçki çizgisiyle başlayan “devrimciliğin” yerini “sivil dönüştürme projelerine” bıraktığı bu günlerdeki hadiseleri, ancak Risâle-i Nur laboratuvarlarında tahlil edebiliriz. Teknolojinin artık açık diktatörlüklere müsaade etmediği, sınırların kalktığı, sivil inisiyatifin öne geçtiği ve sınıflararası diyaloğun esas olduğu bir Türkiye´de, “devrimci, askerî, ceberutî ve sorgusuz infazcı Kemalizm de” mecburen değişmektedir. Neocon denilen Troçkici cereyanın yaktığı ateşlerin elbette söndürülmesi gerekiyor. Fakat küresel zındıka, demokratların yapılarına girmeye uygun neoliberallerle devam etmek istiyor.
Halk Partisinin de dem ve damarına tesir etmiş Troçki zihniyetinin bu nöbet değişiminde ortaya çıkan patırtı gürültüyü dindar ekranlara varıncaya kadar âlâ vu vala ile vermesi, şeytanın sağdan saldırmasıdır.
Avrupa´da nöbet değişimi olalı birkaç yıl oldu. Eşcinsellik üzerine çıkan gürültüler, aileye karşı alınan tedbirler, bebeklerin bakımevlerine verilmesinin teşviki, anneye getirilen çalışma mecburiyeti, okul gezileri adı altında masum çocukların ailelerden uzak yerlerde günaha alıştırılma zorunluğu ve Avrupa kamusal alanlarına dinî sembollerin girişinin başka usullerle zorlaştırılması, neoliberallerin hayli zamandır işbaşına geçtiğini gösteriyor. Elbette ki biz azıcık geriden gideceğiz.
Amerika ve Avrupa´daki siyasetlere bağlı olarak bizde başlayan nöbet değişimlerinde de büyük adaletsizlikler görülüyor. 28 Şubat dönemlerinde büyük iş adamlarına danışman olarak servetlere boğulmuş, gazete patronlarına postallarını öptürmüş ve millet iradesine ince ayarlar çekmiş paşaların hiçbiri Ergenekon operasyonlarında ekrana gelmiyor. Gelenek dışı Kara Kuvvetleri Komutanlığına atlamış paşalar, kûşe-i saadetlerinde mesutça yaşıyorlar.
Senaryolarda asıl rolleri almamış, devranı geçmiş, fakat kraldan ziyade kralcı geçinmiş zevata hadiseyi yıkmak adaletsizlik oluyor.
Ve şu Ergenekon hadisesinde hükümetin tepeden tırnağa olayın dışında kaldığını da artık herkes kabulleniyor.
28 Şubat’ı tahkim ile yürüyen bir iradenin ne kadar sivilleştiğini birlikte göreceğiz. İstibdat cihetiyle eskisinden elbette daha kötü olamaz. Fakat “Freud” metodlarıyla yürüyecek yeni kadrolar karşısındaki milletin cehaleti bizi düşündürüyor. Milleti cehâlete dûçar eden unsurlar bertaraf edilebilecek mi? Yoksa neoliberal patronların paralarıyla Türkiye toplum mühendisleri New York, Paris ve Londra çıkışlı projeleri tatbike devam mı edecekler? Bütün bunları dikkatlice birlikte seyre devam edeceğiz.
09.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|