"Gerçekten" haber verir 09 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

Normalleşmek

Makedonya Kralı Büyük İskender; hocası Aristo’ya bir mektup yazar. Mektupta şu soru vardır: "Zapt ettiğim ülkelerdeki insanları tahakküm altında tutmak için ne yapmam gerekir? Ülkenin ileri gelenlerini sürgüne mi göndereyim, hapse mi atayım, kılıçtan mı geçireyim?”

Aristo’nun, öğrencisine cevabı ilginçtir: "Sürgüne gönderdiklerin sürgünde toplanıp sana başkaldırırlar. Hapishane militan yuvası olur, kontrolden çıkar, ondan sonraki kuşaklar intikam hissiyle büyük tahtını sallar. Senin yapacağın şey, insanların arasına nifak tohumları ekmek ve biribiri ile savaştırmaktır. Bu durumda kendini hakem olarak kabul ettireceksin, ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın!”

İşte bu bizim hikâyemiz!

Tam bir İttihad komitacılığı. Laikliği, rejimi ve Kemalizmi kendine kalkan yapan tedavüldeki ittihad mantığı!

Normalleşme trendini yakalamış toplumlarda bu mantalite tedavülden kalkmıştır. Yüzyıllardır doğru tarif ve uygulama alanı bulan bîçare demokrasi bizim geçit vermeyen dağlarımızda bir türlü yol alamıyor. Dolayısıyla bu hikâyenin Ergenekon tutuklusu Muzaffer Tekin’in ajandasından çıkmış olması şaşırtıcı değil!

Demokrasinin zıddı ise istibdattır. Bediüzzaman Hazretleri istibdadı yukarıdaki hikâye ile örtüşür bir şekilde şöyle tanımlar: “Garaz ve düşmanlığı uyandıran ve ihtilâfı doğuran bir zemin”

Münâzarât adlı eserinde şöyle der: "İstibdat tahakkümdür, muamele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir. Rey’i vahittir, suiistimalata gayet müsait bir zemindir, zulmün temelidir, insaniyetin mahisidir. Sefalet derelerinin esfel-i safilinine insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefalete düşürttüren ve ağraz ve husûmeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hatta her şeye sirayetle zehrini atan o derece ihtilâfat-ı beynel İslâm ika edip, Mutezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet tevlid eden istibdattir” (s. 15)

Yüz yıllık demokrasi serüvenimizin resmi yukarıdaki hikâyede saklı.

Demokrasi yolculuğumuzda anlaşmaya giden yollar hep tıkalı tutuldu. 1908 sonrası Meşrutiyet paşalarının istibdadı ile otuz yıllık tek parti istibdadı bu cümledendir. 1950 sonrasında ise demokrasinin yolu hep ihtilâl taşları ile tıkalı tutuldu: 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan!

Yolu tıkayanlar darağacında Başbakan sallandırabilecek kadar şirazesinden çıkmıştı!

Senaryo hep aynı hikâye üzerine yazıldı. Her seferinde nifak tohumları ekilerek insanlar biribirine kırdırıldı. Milyonlarca insan çirkin oyunlara kurban edildi. Anneler hep ağlamak zorunda kaldı. Yetişmiş siyasilerin tecrübeleri kalın hapishane duvarları arasında heba edildi.

Bilim, teknoloji ve proje üretmesi gereken genç beyinler darbe şartlarını olgunlaştırmak için kullanıldı. Kampüs alanları yıllar yılı savaş meydanlarına çevrildi.

Fişlenen, horlanan, işinden atılan, eğitiminden mahrum bırakılan milyonlarca insan!

Birileri bunun hesabını vermeyecek mi?

Herkes kendini samimiyet testinden geçirmek zorundadır. Yoksa normalleşemeyiz.

12 Eylül kısmen, 28 Şubat ise ekseriyetle hâlâ karanlık. Paşaların ses kayıtları parça parça ortaya çıkıyor. Belgeler ve şahitler zamanla gün yüzüne çıktıkça gerçekler elbette anlaşılacaktır.

Meselâ 12 Mart Muhtırası öncesinde neler yaşanmıştı ve bu sürece nasıl gelinmişti?

9 Mart (1971) sürecinde darbeye zemin hazırlamak için kullanılan devrimci gençlerden Sarp Kuray yakın zamanda tekrar hapse girdi. Hapse girmeden önce kendini samimiyet testinden geçirerek bazı itiraflarda bulundu. Kuray’ın daha önce de bu tür itirafları olmuştu.

Mustafa Celil Gürkan, Hasan Cemal, vb. birçok insan Kuray gibi bu yıllara ait itiraflarda bulundu.

Bu itiraflar ordu içindeki cuntaları ve cuntaların sivil uzantılarını gün yüzüne çıkardı.

Devrim hayâli içindeki binlerce gencin “ordu-gençlik elele” sloganı ile sokağa nasıl döktürüldüğü bu itiraflar ile ortaya çıkmıştı.

Hasan Cemal’in Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım kitabında yer alan 27 Mayıscı ve Milli Birlik Komitesi üyesi İrfan Solmazer’in şu cümlesine bakın: “Sarp Kuray ve Deniz Gezmiş gibi Leninci gençlere İstanbul ve Ankara’da Mısır patlatır gibi bomba patlatıyor(d)um. Bu gençleri yanıma oturturdum. Demokratik bir tartışma ile eylem kararı alırdık. Amerikan Büyükelçiliği’nin ön kapısının kurşunla taranmasına demokratik olarak karar verirdik. Bu demokratik tartışmada lider ben oluyorum, emri ben veriyorum. Deniz Gezmiş, ABD elçiliğini tara ve yok ol” diyorum. Sarp Kuray’a ‘Git şurayı bombala’ emri veriyorum” (Age 17. baskı, 2005, s. 47-48.)

Sarp Kuray hapse girmeden önce birçok medya kuruluşuna bütün bunları kendisi de itiraf etmişti. Kuray, gazetemize de bazı açıklamalarda bulunmuştu. Yalnız, Hasan Hüseyin Kemal’in sorularına cevap verirken başka hiçbir yerde söylemediği dikkat çekici bazı iddialarda bulundu. Mehmet Şevket Eygi ve arkadaşlarından o döneme ait toplu namazların izahını istedi. Kuray, “Herkes eteğindeki taşları dökmeli. Devrimci gençliği filolara karşı eylemlere yönlendirenlerin acaba o tür eylemlerde parmağı yok muydu?” anlamına gelebilecek bazı sorular sormuştu. Zannedersem soruları havada kaldı!

Bediüzzaman’ın ferasetli talebesi Zübeyir Gündüzalp o yıllarda bu tür toplu faaliyetlere karşı şiddetli reaksiyon göstermiş ve aynı döneme ait MTTB eylemlerine karşı soğuk durmuştu. Birçok Nur Talebesinin anlam veremediği bu şiddetli reaksiyonun sebebi işte bu gerçeklerdi.

Bugünlere gelirsek, Sarıkız ve Ayışığı darbe teşebbüsleri, Danıştay ve Cumhuriyet saldırıları 27 Nisan bildirisi ve 367 bilmecesi birgün bütün gerçekleri ile günyüzüne çıkacak mı?

Ve Ergenekon soruşturması Kuray’ın dediği gibi taşeronlara yıkılacak mı? Göreceğiz.

İBRAHİM KAYGUSUZ

09.03.2009


Değişen kim?

“Ey nefsim! Deme zaman değişmiş, asır başkalaşmış. Herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maîşetle sarhoştur. Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalb olup başkalaşmıyor. Ac- z-i beşerî, fakr-ı insânî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür'at peyda ediyor.”

Bu çok veciz cümleleri Risâle-i Nurlardan feyiz alan hemen herkes kolayca hatırlar; hatta bir kısmının da ezberindedir.

Geçenlerde yazarlarımızdan muhterem Sami Cebeci’nin yolculukla ilgili yazısını okurken, bu cemaat mensupları için henüz otomobilin lüks olduğu, çoğumuzun seyahatlarımızı tren, otobüs gibi toplu taşıt araçları ile yaptığı zamanlara hayalen bir yolculuk yaptım. Şu yukarıda naklettiğim hakikat aklıma geldi.

O zamanlarda yapılan yolculuklar, aynı zamanda yol arkadaşlıkları vasıtasıyla Kur’ân Hakikatlerini tebliğ etmek için bir vesile olurdu. Çantamızda veya cebimizde başkalarına verilmek üzere fazladan bir kitap, bir dergi, bir gazete bulunurdu. Yola birkaç kişi ile bile çıksak, yan yana koltuklarda oturmaz; mümkün olduğu kadar başka yolcularla tanışıp sohbet etmek maksadıyla ayrı yerler almaya çalışırdık.

Önce ufak ikramlarla tanışma faslı, arkasından samimiyeti ilerletip birbirimiz hakkında icmâlen bilgi alış verişinde bulunulurdu. Sonra da muhatabın kabiliyetine göre iman hakikatlerinden bahisler açılırdı. Varacağımız yere kadar katedilen maddî mesafelerle birlikte, hayli manevî mesafe de alınmış olurdu. Ayrılığa yakın, irtibatın devamı için ya o şahsın bulunduğu yerdeki bir kardeşin adresi verilir veya yedekteki neşriyattan biri kendisine takdim edilirdi. Bu suretle hem yol en hayırlı bir şekilde sona erer, hem yolcu hasbî ve halis niyetlerle ikaz ve irşad edilmiş olurdu.

Sonraları, dünya elimize geçtikte, çoğumuzun özel arabaları oldu. Artık seyahatlar daha rahat olsa bile o eski bereket, o eski huzur kaybolmuştu. Birkaç arkadaş aynı otomobilde, bazen radyo veya elektronik kayıt cihazlarından dinlenen risâle, ilâhî ve mûsıkî eşliğinde; çoğu zaman güle konuşa, sohbet ve muhabbetle gitmek nefsimize daha hoş gelmeye başladı. Yolda abdest ve namaz kılmanın kolaylığı, birlikte olmak, istenilen yerde mola vermek, yol üzerindeki hizmet mahallerini ziyaret imkânı bulmak gibi pek çok faydaları olmasına rağmen, ben hâlâ eski yolculukları arıyor ve özlüyorum. Fakat, nefsim “zaman değişmiş” diyerek o zahmetlere katlanmak istemiyor. Ne acı!

“Kör körün dolma yiyişini kendinden bilirmiş…” diye bir söz var ya, ben de herkesi kendim gibi sanırdım. Bakıyorum ki, hizmet erbabı hâlâ fedakârlığı elden bırakmamışlar. Allah razı olsun ve emsalini çoğaltsın. Demek “herkes dünyaya dalmış” değilmiş!.. Demek değişen benim nefsim imiş. Rahatlık ve rehavete kapılıp, başkalarını da kendime kıyas ederek, ipe un seriyormuşum…

Yine diğer bir yazarımız Osman Zengin’in dile getirdiği gibi, “bu soğukta veya bu sıcakta” gibi bahanelerle, zaten ucundan iğreti tutmuş olduğumuz hizmette, isbat-ı vücud etmek kabilinden de olsa, bulunmayıp “kaytarmaya” başlamak da bu değişiklik alâmetlerinden biri…

Tabiîdir ki, ikram-ı İlâhî olarak omuzlara konulan bu hizmet yalnız şahsını düşünenlerin, tembellerin, her şeyden çekinip korkanların, eli sıkıların başlarında ve sırtlarında durmaz. Oraları kendisine mekân ittihaz etmez. Kendine lâyık taşıyıcıları bulur. Liyakatsiz olanları kenara atar.

Sevgili Üstadımızın maddî ve manevî her şeyden istiğna düsturunu, saff-ı evveldeki Nur naşirlerinin dünya ve ahiret rahatlığını feda edişlerindeki samimiyeti, bu eserleri dünya işlerine “dirsek ve basamak” yapmanın mes’uliyetini, ahirette ikram edilecek nimetlerin dünyada fani şekilde tüketilmesinin zararını nefsime hatırlatıyorum. Umarım gerekli dersi alır…

EKREM KILIÇ

09.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla