İslâmın ehl-i kitaba çağrısı
“Senden önce indirilene...” (Bakara Sûresi: 4.)
Bu gibi sıfatlarda bir teşvik vardır. Ve o teşvikten samileri imtisâle sevk eden emirler ve nehiyler doğuyor. Bu cümlenin makabliyle nazmına dair “dört letâif” vardır.
1. Bu cümlenin makabline atfı, medlulün delile olan bir atfıdır. Şöyle ki:
“Ey insanlar! Kur’ân’a imân ettiğiniz gibi, kütüb-ü sabıkaya da imân ediniz. Çünkü Kur’ân, onların sıdkına delil ve şahittir.”
2. Yahut o atıf, delilin medlule olan atfıdır. Şöyle ki:
“Ey ehl-i kitab! Geçmiş olan enbiya ve kitaplara imân ettiğiniz gibi, Hazret-i Muhammed (asm) ile Kur’ân’a da imân ediniz. Zira onlar, Hazret-i Muhammed’in (asm) gelmesini tebşir ettikleri gibi, onların ve kitaplarının sıdkına olan deliller, hakikatiyle, ruhuyla Kur’ân’da ve Hazret-i Muhammed’de (asm) bulunmuştur. Öyleyse, Kur’ân Allah’ın kelâmı ve Hazret-i Muhammed de (asm) resulü olduğunu tarik-i evla ile kabul ediniz ve etmelisiniz.”
3. Zaman-ı Saadette Kur’ân’dan neş’et eden İslâmiyet, sanki bir şeceredir. Kökü Zaman-ı Saadette sabit olmakla, damarları o zamanın âb-ı hayat menbalarından kuvvet ve hayat alarak her tarafa intişar ettikleri gibi, dal ve budakları da istikbal semasına kadar uzanarak âlem-i beşere maddî ve manevî semereleri yetiştiriyor.
Evet, İslâmiyet, mazi ile istikbali kanatları altına almış, gölgelendirerek, istirahat-i umumiyeyi temin ediyor.
4. Kur’ân-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühûlet gösteriyor. Şöyle ki:
“Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikâdâtınızı ikmal ve yanınızda bulunan esâsât-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’ân, bütün kütüb-ü salifenin güzelliklerini ve eski şeriatlerinin kavaid-i esasiyelerini cem etmiş olduğundan usulde muaddil ve mükemmildir. Yani, tadil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tagayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruât kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet, mevâsim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hâsıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik, hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer’iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer’î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere da’ olur. Bu sırdandır ki, Kur’ân, fer’i hükümlerden bir kısmını neshetmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.”
İşârâtü’l-İ’câz, s. 53, (yeni tanzim, s. 84)
Lügatçe:
ehl-i kitab: Kur’ân-ı Kerim’de genellikle Yahudiler ve Hıristiyanlar için kullanılan tâbir.
sami: İşiten.
imtisâl: Uyma, sarılma.
nehiy: Yasak etmek. Menetmek.
makabl: Öndeki, üstteki, geçmişteki.
nazm: Sıra, tertib, kafiyeli, vezinli söz, şiir; dizili olan şey.
letâif: İncelikler.
atf: Bağ, bağlama, ekleme.
medlul: Delâlet olunan. Delil getirilen şey.
kütüb-ü sabıka: Kur’ân’dan evvel indirilmiş olan mukaddes kitaplar.
sıdk: Doğruluk.
enbiya: Peygamberler.
tebşir: Müjdeleme.
tarik-i evlâ: Daha iyi olan yol, üstün yol, meslek.
neş’et: Doğma.
şecere: Ağaç.
semere: Meyve, netice.
ünsiyet: Alışkanlık, ülfet, dostluk, ahbaplık, arkadaşlık.
sühûlet: Kolaylık.
itikadât: İtikatlar, inançlar.
ikmal: Tamamlama, daha olgun hale getirme.
kavaid-i esasiye: Esas kaideler.
usul: Asıllar, kökler, esaslar.
muaddil: Tadil eden, düzelten, denkleştiren.
mükemmil: Mükemmel hâle getiren, tamamlayan.
tadil: Doğrultma, doğrulama, düzeltme, denkleştirme.
mevâsim-i erbaa: Dört mevsim.
ahkâm-ı fer’iye: Asılla ilgili olmayıp, ayrıntıya dair hükümler.
|