Merkez Bankası Para Politikası Kurulu gecelik faizlerde 1,5 puan indirime giderek borçlanma faizini yüzde 11,5, borç verme faizini yüzde 14’e çekti. Böylece Ekim ayından bu yana yapılan toplam indirim tutarı 5,25 puana ulaştı. Türkiye uzun süredir en yüksek faiz ödeyen ülke konumunda idi. Bu indirimle birlikte 3. sıraya indi. İlk üç şöyle sıralanıyor; İzlanda yüzde 18 (iflâs eşiğinde), Brezilya yüzde 12,75, Türkiye, yüzde 11,50. Diğer oranlar; ABD’de 0,25, Japonya’da 0,10’dur. Diğer Batılı ülkelerde yüzde 2 civarındadır.
Bu çerçevede Merkez Bankası’nın kararı nasıl değerlendirilmelidir?
Hemen şu hususu ifade edelim: Ekonomide iki kere iki her zaman dört etmez, bazen beş eder, herkes şaşar kalır. Sonucu belirleyen parametreler, değişkenler o kadar çoktur ve birbirini etkiler ki tahminler tutmayabilir. Tek başına ele alındığında, faiz indirimi olumlu bir karardır. Bunu söylerken piyasalarında aynı yolu izleyeceğini varsayıyoruz. Öncelikle kredi maliyetleri ucuzlayacağından, işletmeleri rahatlatır, enflasyonu aşağı çeker, üretimi hızlandırır. Talebi canlandırır, tasarruf sahipleri harcama eğilimi içine girer.
Bir diğer faydası; kamunun malî yükünü hafifletmesidir. Yıllardır inanılmaz tutarlarda faiz ödeyen ülkemiz için bu çok önemlidir. Öyle dönemler yaşanmıştır ki toplanan bütün vergi gelirleri faize gitmiştir. Şükür ki, 2008 yılı bütçesinde faiz gideri, vergi gelirlerinin yüzde 25’lerine kadar gerilemiştir. Geçmiş dönemlere göre, bu başarıdır. Tarafsızlık ilkemize uygun olarak hakkı teslim etmeliyiz. Ancak yeterli değildir. 2008 yılında ödenen faiz 50 milyar liradır. Bu tutarın büyüklüğünü vurgulamak için devletin diğer gider kalemleriyle mukayese etmek gerekir. Meselâ bütün memur maaşlarıyla karşılaştırabiliriz. Memurlara ödenen 48 milyar liradır. Faize ödenen ise 50 milyar lira. Çarpıcı ve acı bir tablo değil mi? Bu para ile neler yapılmazdı? İnsan üzülüyor.
İşin diğer boyutu gelir dağılımını bozmasıdır. Gerçekten bir kaç bin kişi milyonlarca çalışandan daha fazla kazanç elde etmesi adalet duygusunu zedeliyor. Hem de en düşük oranda vergi ödeyerek. Asgarî ücretliden yüzde 15 oranında vergi kesilirken, rantiyecinin vergi oranı yüzde 10’dur. Faizlerin bir kısmı yabancılara ödendiğinden kaynaklarımız dışarıya transfer edilmekte, millî ekonomi baltalanmaktadır.
Bütün bunlar bilinen, yazılan hususlar. Öyleyse yıllardır kanımızı emen faiz illetinden neden kurtulamıyoruz? Çünkü başkasının kesesinden geçinmek gibi kötü bir huyumuz var. Borcumuzu borçla kapatıyoruz. Malî yapımız güven vermiyor. Faiz bir sonuçtur. Faiz oranını belirleyen, esas itibariyle enflasyon ve güvendir. Enflasyon artarsa faizler de yükselir. Diğer bir faktör de borçlanma ihtiyacı ve malî bünyenin sağlamlığıdır.
Borçlanmadan hayatınızı idame ettiremiyorsanız, yüksek faize razı olmak zorundasınız. Borç veren için ise önemli olan borcun sorunsuz geri ödenmesidir. Kısaca güven duyulmalıdır.
Ülkemiz yıllar boyu çift haneli enflasyonla yaşadığından ve ekonomi güven vermediğinden dolayı yüksek faizle borçlanmak zorunda kalmıştır. Bu defa talep daralmasına bağlı olarak enflasyonda görülen düşme eğilimi faizi de aşağı doğru çekmektedir. Bütün dünyada bu sebeple faiz nerdeyse sıfıra doğru yaklaşmaktadır. Her şerde bir hayır olması gibi, küresel krizin faizler üzerindeki bu olumlu etkisine bakıp teselli bulabiliriz. Tabiî dikkati elden bırakmamak kaydıyla... Faizin dövizle de yakın ilişkisi vardır. Faiz indirimi karşısında iç ve dış yatırımcı cazibesini kaybetmiş TL’den kaçıp dövize yönelir mi? Bu yönelme kurda ani bir sıçramaya sebebiyet verir mi? Kurların ani hareketi dengeleri bozar, dış kaynak ihtiyacını zora sokar mı?
Dış kaynak için IMF’nin vizesi önem arz ediyor. Seçimlerden sonraya kaldığı anlaşılan IMF görüşmelerinin tekrar başlayıp anlaşmayla sonuçlanması piyasalara rahat bir nefes aldıracaktır. Gönül ister ki IMF’ye muhtaç olmadan kendi imkânlarımızla darboğazdan çıkabilelim. Bunun için popülist yaklaşımlardan uzak, ciddî ve etkili tedbirler alınması gerekiyor.
09.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|