“Cenâb-ı Hak, havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkil ve elim ve azap yapmak için vermemiştir.”
Said Nursî
Çok şey var ki yerinde ve zamanında kullanılmazsa hayatı felç eder. Meselâ bir hastalığın dermanı başka bir hastalığa zehir olabilir. Meselâ gecikmiş adalet, adalet değildir. Haddini aşan her şey zıddına inkılâb eder. Optimal düzey fıtratın sessiz gücüdür. İlâhî kanun bu güç üzerine işler. Yaratılış hamurunda “miktar” ve “denge” hâkim unsurlardır.
Fıtratta israf yoktur!
Yaratılışta israf yerine adalet, ifrat ve tefrit yerine vasat tercihi yapılmıştır. İslâmiyet bu sessiz gücün sesi ve dengenin dile gelişidir. Dolayısıyla İslâmiyete uygun davranış, üzerimize bir emirdir. Bu emre cevap vermek üzere yaptığımız her davranış, hayatı kolaylaştırır ve mutlu kılar. Eşya, olaylar ve davranışlar bu optimal noktadan saparsa kaosa sürüklenir. Fertler ve cemiyetler işleyişlerinde bu İlâhî kanunun dışına taşmamalı. Ferdî ve sosyal hayatı şekillendiren kurumlar (siyaset, ekonomi, vb.) bu denge üzerine işlerse payidar olurlar. Bir örnekle konuyu somutlaştırayım; korku! Said Nursî, başından geçen bir olaydan hareketle İlâhî kanunların fert ve toplum hayatında nasıl işlemesi gerektiği bilgisini verir. Yıllar önce.… Said Nursî önemli bir arkadaşı ile Eminönü’nden Eyüp’e gideceklerdir. Araba yok, kayığa binmek lâzımdır. Fakat yanındaki mühim arkadaşının kayık fobisi vardır. Arkadaşı Said Nursî’ye: “Kayığa binmekten korkuyorum!” der. Sebep olarak da batma ve ölme ihtimalini gösterir. Dilerseniz diyaloğun devamını 29. Mektub’dan okuyalım: Ona dedim: Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var? Dedi: Belki bin var.
Ona dedim: Senede kaç kayık gark olur (batar)?
Dedi: Bir iki tane. Bazı sene de hiç batmaz.
Dedim: Sene kaç gündür?
Dedi: Üç yüz altmış gündür.
Dedim: Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden birtek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz!
Hem ona dedim: Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun? Dedi: Ben ihtiyarım. Belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır. Dedim: Ecel gizli olduğundan, herbir günde ölmek ihtimali var. Öyleyse, üç bin altı yüz günde hergün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et, dedim.
Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim.
Said Nursî’nin olaydan hareketle insanlığa verdiği ders ise yazının üst kısmına aldığım harika cümlesidir. Evet insanlar yerinde ve zamanında korkabilir, bu normaldir. Peki ya devletler korkarsa ve varlığını korku siyaseti üzerine kurarsa ne olur? Veya bir devlet kendi vatandaşlarını korkutarak ve şiddet kullanarak kontrol altında tutmak isterse… İşte bu en büyük tehlikedir!
İnsanların korkularını ihtimal üzerine kurması hayvanlıkla eşdeğerse, devletlerin korkusu ancak sosyal cinnet ve ideolojik çılgınlık olur.
Mezarlarında baykuşların öttüğü mazinin korku imparatorluklarına bakın, karşınıza şu kavramlar çıkar: Korku, kuvvet, keskin kılıç ve katı kalp!
Payidar olan memleketlere bakın, karşınıza hak, akıl, marifet, kanun (hukuk) ve efkâr-ı âmme çıkacaktır. Kaç nesildir bizi korkuttukları şeylere bakın: Laiklik, rejim, irtica…
Ermeni, Rum, Yahudi…
Suriye, İran, Arabistan, Yunanistan, Avrupa…
Her şey ve herkes düşman…İç ve dış korkularla donatılmış reaktif bir tepki siyaseti.
Hep böyle müebbet mi kalacak zulmet-i âlem? Elbette hayır. Baksanıza korku imparatorluklarının surları nasıl da patır patır dökülüyor.
Ergenekon ülkesinin ve 28 Şubat devrinin çıplak kralları gerçek sahneye hoş geldiler!
Evet gerçekten bir geçiş dönemi yaşıyoruz.
Bu geçişin sancısız olmasına çok dikkat edilmelidir. Saltanatlarını kaybedenlerin taşkınlıklarına dikkat edilmeli ve kontrol altına alınmalıdır:
Cevdet Paşa der ki, “Toplumlar için büyük tehlike, geçiş dönemlerinde dengeyi kaybetmektir… Değişmemekte ve statik kalmakta direnen memleketler kadar dengeyi kaybedenler de tarihin harabelerine gömülmüştür.” Evet dengeyi korumak çok zordur ama bu toplum bunu başarmak zorundadır. Herkes zihnindeki “put”u yıkmak zorundadır. Kendi tarihimizin çarkını şiddet, kavga ve kaosla değil, olgunluk, sabır ve muhabbetle çevirelim… Said Nursî der ki: Âlem-i İslâmiyet, Medine-i Fazıla-i Eflatuniye olmaya sezadır. (Tarihçe-i Hayat, s. 65)
12.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|