Boğazına kadar siyasete bulaşmış olan muhtıracıların (12 Mart 1971) bölüp parçaladığı siyaset, Ahrar–Demokrat fedâilerinin yoğun gayretleri sayesinde dokuz–on yıl sonra yeniden derlenip toparlanmaya başladı.
Siyaset, fıtrî bir seyirle 1980'e doğru tam rayına oturarak yoluna devam ediyor derken, bizzat darbecilerin teşviki ve tahrikiyle olduğu anlaşılan anarşi belâsı, Türkiye'yi bunaltıcı bir kaosun eşiğine getirdi.
Askerî cunta, anarşiyi bahane ederek darbe yaptı. Ancak, asıl maksat başkaydı. Darbeciler, yakınlaşan genel seçimlerde Adalet Partisinin tek başına iktidara geleceğini anladılar. Esasen, müdahaleyi de bu maksatla yaptılar: Demokratlar bir daha iktidara gelmesin, gelemesin diye...
Evet, darbecilerin asıl maksadının bu olduğu, bilâhare yaşanan tüm hadiselerin şehadetiyle sabittir.
Darbeciler, 82'deki Anayasa Referandumundan hemen sonra, iki hususta şaşırtıcı bir tavır sergilemeye başladılar.
Birincisi: Sosyal ve eğitim hayatındaki başörtüsü düşmanlığı. Evet, gayet iyi hatırlıyorum. O dönemde henüz üniversite talebesiydim. Referandumdan hemen sonra (yani, oylarını da aldıktan sonra), üniversitede okuyan başörtülü kız öğrencilere karşı amansız ve acımasız bir baskı ve yasaklama sürece başlatıldı.
İkincisi: Eski partilere ve başındaki politikacılara yasak getiren darbeciler, 1983'te yeni partilerin kurulmasına izin verirken, özellikle Demokrat Parti geleneğini sürdürecek olan partilere karşı yine amansız ve insafsızcasına bir tavır sergiledi. Bu tavrın gereği olarak, Büyük Türkiye Partisi kapatıldı ve yöneticilerine de sürgün cezası verildi. Yine aynı vahşî anlayışın bir neticesi olarak, 1983 seçimlerine hazırlanan Doğru Yol Partisinin kadroları da veto darbesiyle biçildi ve seçimlere sokturulmadı.
Haliyle, meydan Özal'a ve onun şahsıyla kaim olan ANAP'a kaldı.
Bir teknokrat olarak AP hükümetiyle de çalışan Turgut Özal, siyaseten—tıpkı kardeşi Korkut Bey gibi—Erbakan'ın Millî Selametine yakındı. Nitekim, 1977 seçimlerinde MSP'nin İzmir listesinden milletvekili adayı olmuş, ancak kazanamamıştı.
1983'te ANAP'ı kuran ve aynı yıl yapılan genel seçimleri yüzde 45'lik oy nisbetiyle kazanarak tek başına iktidara gelen Özal, her ne kadar "dört temayül"den dem vuruyor olsa da, hakikatte hem kendisi, hem de partisinin çekirdek kadrosu eski Millet Partisi geleneğiyle bağlantılı olan kimselerdi.
Bu tarz–ı siyasetin Türkiye'de hayat bulması ve meydan alması, esasında darbecilere akıl veren stratejistlerin de işine geliyordu. Zira, onların yegâne gayesi, bir misyon sahibi olan Demokratların önünü kesmek ve onları siyaset sahnesinde tüketmekti.
Nitekim, bu maksatla hareket ederek "Biz hiçbir partinin devamı değiliz" diyen Özal'ın önünü açtılar, siyaset meydanını ANAP'a peşkeş çektiler ve eskileri kötüleyip karalamak üzerine yeni politikalar geliştirdiler. Özal ve partisi da, bu kirli ve kinli siyasete tam mânâsıyla âlet oldu.
Öte yandan, ANAP'ın diğer kurucu üyelerine ve özellikle Özal'ın has adamlarına baktığınızda da, yine eski Millet Partisi ile Millî Selamet Partisinin izlerine ve Millî Mücadeleciler ile Millî Görüşçülerin has isimlerine rastlarsınız.
Meselâ, MSP eski Konya Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler, aynı görüşten Vehbi Dinçerler, Abdülkadir Aksu, eski Millî Mücadelecilerden Cemil Çiçek, A. Talip Özdemir, Millet Partisinin milliyetçi kanadından Mehmet Altınsoy, Halil Şıvgın, Güneş Taner gibi isimler, ANAP'ın hangi siyasî temayül esas alınarak kurulduğunu açıkça gösteriyor. Başka temayülden trasfer edilenler, bir figüran veya bir vitrin malzemesinden öteye gidememiştir.
TASARRUF DEVAM EDİYOR
ANAP'tan sonra parlayan Erbakanlı RP ile FP, Millet Partisi orijinli olduğu gibi, gerçekte aynı geleneğin son versiyonu olması hasebiyle AKP de bir yönüyle 12 Eylül Darbesinin siyasî tasarrufu altında bulunuyor: "Demokratları iktidara getirtmeme" inadına dayanan bir tasarruf...
Demokratların önünü kesmek için CHP'yi iktidara getirmenin imkânsızlığı, 1977 genel ve 1979 ara seçimlerinde adeta tescillenerek anlaşıldı.
Bu gerçeği üzülerek gören darbeciler, 1983'ten sonra taktik değiştirdiler ve Demokratların önünü Halkçılarla değil, bu kez Milletçilerle kesmenin yolunu tuttular. Yani, Demokratları İsmet'in Halkçı partisiyle yenemediklerini anlayınca, bu kez Fevzi Paşanın Milletçileriyle bertaraf etmeye koyuldular.
Bu zaviyeden bakıldığında, bugünkü AKP'nin de ANAP'ın devamı mahiyetinde ve Millî Görüş geleneğinin gömlek değiştirmiş bir versiyonu olduğu kolaylıkla görülebilir.
Meselâ, ANAP'ın kurucu üyelerinden olan Adâlet Bakanı Cemil Çiçek (1984'te Yozgat Belediye Başkanı), aynı zamanda yıllardır AKP hükümetinin sözcülüğü görevini de yürütüyor.
Keza, 1985'te "yılın bürokratı" seçildikten sonra ANAP'a, 1996'da RP'ye ve bu partinin kapatılmasından sonra FP'ye, oradan da AKP'ye geçen Abdülkadir Aksu, yıllarca İçişleri Bakanlığı yaptı; halen, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın parti yönetimindeki en yakın (Mir Dengir'in yerine geçen) siyaset arkadaşıdır.
Yani, bu iki şahsiyetin de siyasî hayatı, hep Millet Partisi geleneğini sürdüren bir çizgide devam edegelmiştir. Dolayısyla, 12 Eylül'ün "anti–Demokrat" zihniyetine dayanan bir tasarrufun el'an devam ettirilmeye çalışıldığı da anlaşılmış oluyor.
12.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|