“Çevik Bir ceza vermemi istiyor”
28 Şubat sürecinin foyası ortaya çıkmaya, boyaları dökülmeye başladı. Her belgeye, sürekli yenisi ekleniyor.
Anlatmaya başlayalım.
Kayseri Gündem Gazetesi, 1998 yılı 2 Mayıs, 5 Mayıs ve 6 Mayıs tarihlerinde yükseköğretimdeki başörtü sorunuyla ilgili okuyucu mektuplarına yer veriyor. Genel yayın yönetmeni sıfatıyla meslektaşımız Mehmet Uğurlu da bu mektuplar üzerinden analitik yazılar kaleme alıyor.
Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir, 8 Haziran 1998 günü Kayseri Cumhuriyet Başsavcısı Rana Yılmaz’a ‘gizli’ damgalı bir yazı gönderiyor.
Gazetedeki ‘Başörtüsü mağdurları köşesi’ içinde yer alan ifadelerle ilgili bazı örnekler veren Çevik Bir, şöyle diyor: ‘Bu tür ve benzeri diğer ifadelerle kanuna itaatsizliğe, din ve mezhep farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik edildiği, cumhuriyetin tahkir ve tezyif edildiği anlaşılmaktadır.’
Bu değerlendirmenin ardından sorumlular hakkında dava açılması talebi dile getiriliyor: ‘Bu nedenle belirtilen yayınlardaki yazı sorumluları hakkında ilgi kanun hükümleri uyarınca yasal işlem yapılmasını ve sonucundan Genelkurmay Başkanlığının bilgi verilmesini rica ederim.’
Çevik Paşa, savcılar zorluk çekmesinler (!) diye TCK’nın (eski) 159 ve 312. maddelerinin işletilmesini isteyerek hangi yasa hükümlerine göre dava açılması gerektiği konusunda da yol gösteriyor!
Yazıda, bu yetkinin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı adına kullanıldığı ibaresine ise özellikle yer veriliyor.
Maalesef bu yazı ‘talimat’ olarak algılanıyor. Başsavcı Yılmaz, bu talimatı 15 Haziran günü Savcı Cemal Ömür’e havale ediyor. Diyor ki: Hazırlık soruşturmasını yürüt, yapılan işlemleri ve sonucu başsavcılığa bildir.
Savcı Cemal Ömür sözkonusu maddelerden davayı açıp sonucu Başsavcı Rana Yılmaz’a bildiriyor, Başsavcı da Genelkurmay 2. Başkanı’na müjdeli (!) haberi veriyor.
Fakat, davayı açsa da savcının içi rahat değil. Çevik Bir’in talebi üzerine dava açtığı Gazeteci Mehmet Uğurlu’yu çağırıp Çevik Bir imzalı belgeyi veriyor. Uğurlu’ya göre; Savcı, o belgeyi kendilerine verirken şöyle diyor: ‘Aslında bu belgeyi size vermemem gerekir fakat resmen ortada yargıya müdahale var. Elinizde bulunsun.’
Ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymuyor. Çevik Bir emekli olunca kendi deyimiyle Gazeteci Mehmet Uğurlu’nun şansı dönüyor. Davalardan beraat ediyor.
Bir gün davayı açan savcı ile mahkeme koridorlarında sürünen gazeteci karşılaşıyor. Aralarındaki şu diyalog 28 Şubat filminin fragmanı gibi...
Gazeteci: Sayın savcım neden her yazdığım yazıya dava açıyorsunuz, ben suç işlemiyorum ki...
Savcı: Üzerimde baskı var. Mehmet Bey ben kendimi kurtarmak durumundayım. Benimle ilgili dinci yakıştırması yapanlar var. Kayseri’de size dava açmalıyım ki bana dinci demesinler...
Gazeteci: Size kim baskı uyguluyor?
Savcı: Çevik Bir bana baskı kuruyor. Sizi cezalandırmam ve kendisine bilgi vermemi istiyor. Bu resmen yargıya müdahaledir. Ama yapacak bir şey yok.
Aradan 11 yıl geçti. Dün meslektaşımla yeniden görüştüm. Dedi ki: ‘Allah o günleri bir daha göstermesin. Mahkeme kapılarında bizi süründürdüler.’
Şamil Tayyar
Star, 11.3.2009
|
12.03.2009
|
|
George Friedman ve Türkiye için en kötü senaryo
29 Mart belediye seçimleri gezilerinden birinde, bir vatandaş Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı karşılarken üzerinde ‘Son Osmanlı Padişahı 1. Recep Tayyip Erdoğan’ yazılı tartışma oluşturan büyük bir pankart açmıştı.
AK Parti erkânı, bu pankartın olumsuz etkilerine dikkat çekti ve Erdoğan, tören alanına gelmeden önce pankartı kaldırttı. Bu olay Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında yaşanan ve Erdoğan’ın ‘Davos fatihi’ diye nitelendiği meşhur Davos olayının artçı sarsıntılarının sürmesi olarak görüldü. Son olayların çağrışımlarındaki İslamî boyut açık. Sadece bir asır öncesine kadar dünyadaki en büyük ve son imparatorluk olarak üç kıtanın topraklarına asırlarca hükmetmiş bir ülkede bu türden beklentilerin ortaya çıkması ‘doğal’ olabilir ancak modern Türkiye’nin AB yönündeki yürüyüşüne şüpheler oluşturan, Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırıp Ortadoğu’nun ve İslam dünyasının ‘efendiliği’ rolüne teşvik eden Batılı ve özellikle Amerikalı seslerin çıkması doğal değil.
Şu sözler, Amerikalı ünlü stratejist George Friedman’dan çıktı. Kendisi birkaç gün önce New York’ta Türkiye ile ilgili verdiği konferansını Türklere hitaben ‘AB’yi unutun. O yıkılacak. Tarihî kararlılık, şu an geçmişte olduğu gibi Türkleri kendi imparatorluklarını kurmaya zorlamaktadır. Bu hedef için Müslüman coğrafya ve Ortadoğu’dan daha iyisi yoktur.’ yollu ifadelerle özetledi. Friedman’ın söylediklerinin bu kısa özeti, Türkiye’de geniş yankı buldu. Fakat kendimizi dış politikadaki Türk dönüşümünün Davos olayıyla veya Gazze’ye yönelik saldırılarla değil, aksine AKP’nin 2002’de iktidara gelmesinden önce başladığını açıklamak ve ifade etmek zorunda görüyoruz. Bu parti, Türkiye’nin kendi bölgesi ve dünyadaki herkesle iyi ilişkiler kurması gerektiği yollu bir vizyonla hareket etti. Çok boyutlu siyaset olarak bilinen şey de tam olarak bu. Bu politika ışığında büyük Türk açılımı, İslam ve Arap dünyasına olduğu gibi Rusya, Yunanistan, Kıbrıs ve Ermenistan gibi başka dünyalara da yönelikti. Bu vizyon çerçevesinde AB’ye üyelik seçeneği Türkiye için tek stratejik seçenekti.
Dış politikanın Türkiye’nin saklı güçleriyle uyuşacak şekilde yeniden çizilmesi başka güçler için sıkıntı, konum ve rol itibarıyla büyüyen vizyonuna yönelik bir endişe oluşturdu. Fakat bu konum Batı’nın ve İsrail’in hedeflerini gerçekleştirmek için savaş, işgal ve genişlemeyle izlediği kanlı yöntemlerin aksine askerî güçle değil, ekonomik ilişkiler, büyüyen gücün yani diplomasinin yöntemiyle yapıldı. Bu Türk stratejisinden İran, Rusya ve diğer ülkeler de dahil Araplar ve Müslümanlarla en güçlü ve iyi ilişkiler ortaya çıktı. Böyle büyük bir güç, Arapları ve Müslümanları korkutmamaktadır. Aksine Türkiye, onlar için bir güç kaynağıdır. Gazze saldırısı sırasında ve ABD’nin İran’la anlaşmazlık dosyasında bu açıkça görüldü.
Batı, Müslümanları savaşlar ve gerginlikler içinde görmeye alıştı. Bunun tetikleyicisi ise kendisiydi. Bugün Friedman’ın yaptığı, Türkiye’yi dış ilişkilerinden Avrupa boyutunu bırakmaya ve sadece kendi aktif bölgesi yani İslam ve Ortadoğu bölgesine yönelmeye kışkırtmaktan başka bir şey değildir. Böylelikle Friedman, bir taşla birkaç kuş vurmuş oluyor. İlki, AB’yi Hıristiyan kimliğini derinden sarsacak ve çifte standartlığını ifşa edecek kendisine doğru gelen bir güçten rahatlatmış oluyor. İkincisi, Arap ve İranlıların kalbine, Türkiye’nin imparatorluk emellerine dair şüphe ve korku düşürüyor. Böylelikle Araplar ile Türkler ve İranlılar ile Türkler arasındaki tarihî çekişmeler yeniden çıkarılacak. Oysa herkes ne AKP’nin ne de Türklerin, Arapların ve Müslümanların gücünü yıkmayı hedefleyen böyle bir amaç gütmediklerini bilir.
Dr. Muhammed
Nureddin
(Katar gazetesi El Şark,
8 Mart 2009)
Zaman, 11.3.2009
|
12.03.2009
|
|
Ergenekon savcıları gergin
Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli davalarından biridir Ergenekon. Silivri’de devam eden davanın ne kadar süreceğini tahmin etmek zor. Yorulduklarından mı, iş içinden çıkılmaz bir hal aldığından mı bilinmez ama duyduğuma göre davaya bakan savcılar arasına giren kara kedi gerginliği tırmandırıyormuş. Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin ve davaya bakan savcılar arasında bir soğukluk olduğunu zaten biliyorduk. Aldığım son duyumlara göre de başını Ali Suat Ertosun’un çektiği HSYK’daki 4 üyenin Ergenekon soruşturmasına üç yeni savcıyı dâhil etmek istemesi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda krize yol açmış.
Zaten, Kasım İlimoğlu, eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk döneminde Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olan Ali Suat Ertosun’un teklifiyle Adalet Bakanlığı tetkik hâkimliğine getirilmişti. Oradan da Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı’na tayin olmuştu. Ancak, Ergenekon davası savcıları ile birlikte çalışmak üzere Başsavcılık emrine verilen savcılardan Kasım İlimoğlu’nun daha önce görev yaptığı Eyüp’te dosyalara bakmayıp teraküme uğrattığı (yani biriktirdiği) gerekçesiyle görev yerinin değiştirildiği öne sürülüyor. “İşini iyi yapan bir savcı olsaydı geçmişte siciline böyle bir not düşürmezdi. Üstelik terör ve organize suçlarla ilgili tecrübesi de yok” fikrinden hareketle karşı olunan İlimoğlu davaya dahil oldu. İlimoğlu ile ilgili savcılar arasında yaşanan bu kriz düşündürücü. Ha, bu kriz davanın seyrini değiştirir mi? Yanıtını zamandan başka ne verebilir ki, bekleyip göreceğiz
Sevilay Yükselir
Sabah, 11.3.2009
|
12.03.2009
|