Demokrat Partiye alternatif olmaya çalışan Millet Partisi, 1950 seçimlerinde ortaya ciddî bir varlık koyamayarak erime sürecine girdi. 1954'te de kapandı.
Millet Partisini teşkilde eden dindar ve milliyetçi kadrolar, 1950'den sonra iki kola ayrılarak siyaset sahnesindeki varlıklarını korumaya devam ettiler.
Milliyetçi kanat, 1954'te kurulan Cumhuriyetçi Millet Partisinde birleşti.
Dindar kanat ise, daha erken davranarak 1951'de İslâm Demokrat Partisini kurmuştu. Bu partinin başında Cevat Rifat Atilhan vardı.
Parti olarak ayrılmakla birlikte, milliyetçilerle dindarların, ayrıca birleştikleri noktalar ile müşterek bazı hareketleri vardı. Meselâ: Demokrat Partinin aleyhinde olmak, Büyük Doğu, Sebilürreşad, Yeşil Bursa, Serdengeçti mecmualarına destek vermek ve Milliyetçiler Derneği bünyesi içinde ortak faaliyetlerde bulunmak gibi...
1952 yılı Kasım'ında gizli bir toplantı yapan Milliyetçiler Derneğinin Malatya grubu, yayın yoluyla dindarlara kin ve nefret kusan Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman'ın vurularak öldürülmesine, tetikçinin ise henüz bir lise talebesi olan Hüseyin Üzmez'in tercih edilmesine "oy çokluğuyla" karar verdi. Kendisinin aleyhte oy kullandığını bize ifade eden Avni Hoca, Yalman'ın nerede vurulması gerektiği hususunun hiç konuşulmaması, ikinci büyük hata idi. Alınan kararı uygulamaya zaten hevesli olan Üzmez, Yalman'ı gidip Başbakan Menderes'in tam da yanıbaşında vurdu.
İşte, bu vak'adan sonra Menderes hükümeti ile radikal milliyetçi–muhafazakâr gruplar arasında ciddî bir ayrışma yaşandı. Millet Partisinin bakiyesi olan dindar ve milliyetçi siyasîler, Menderes ve DP'ye adeta düşman kesildiler. Üstelik, bu düşmanlıkları giderek arttı ve ihtilâl günlerinde son raddeye kadar çıktı.
Darbeciler Menderes hükümetini devirdiklerinde, müzmin Halkçılar gibi bu dinci ve milliyetçi gruplar da, adeta bayram ettiler; neredeyse zil takıp oynayacak kadar sevindiler.
RİSÂLE–İ NUR ÂLET EDİLEMEZ
Üstad Bediüzzaman, siyasî parti kurmadığı gibi, din adına parti kurmayı talebelerine de yasakladı. Ancak, bir vatandaşlık görevi olarak, Meşrûtiyet devrinde Ahrarlara, Cumhuriyet devrinde de Demokratlara destek verdi ve onlara "nokta–i istinat" olmak gerektiğini çevresine ders verdi.
Buna mukabil, Üstad'ın bazı dindar dostları eskiden olduğu gibi şimdi de "din adına siyasete girme" taraftarı oldular. Bu dostlar, hele İslâm Demokrat Parti de kurulduktan sonra, destek anlamında ciddî bir beklenti içine girdiler. Eşref Edib ve Necip Fazıl gibi dindar gazeteciler, Nur talebelerinin de "İslâmcı" bir partiyi desteklemeleri gerektiğini savundular. Bu mesele tâ Üstad Bediüzzaman'ın kulağına kadar intikal etti/ettirildi.
Bediüzzaman Hazretleri ise, din adına kurulan ve İslâmiyet nâmıyla hareket eden bir parti, herşeyi hatta kâinatta hiçbir şeye âlet olmayan Risâle–i Nur gibi sırf iman hakikatlerini ders veren eserleri dahi kendine âlet etmekten çekinmeyeceğini nazara vererek, dindar dostlarıyla siyasetteki yol ayrımını gayet açık ve net bir şekilde ortaya koyan bir mektup neşretti. İşte, şaşmaz bir pusulayı andıran o mektuptan ilgili kısacık bir bölüm:
"Aziz, sıddık kardeşlerim,
"Nur Risâlelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok. Ve Risâle–i Nur, rıza–i İlâhîden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risâle–i Nur’un mensupları, içti-maî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, (Büyük) Doğu gibi mücahidler, iman hakikatlerini ehl–i dalâletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz; fakat, siyaset noktasında değil. Çünkü, iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost–düşman, derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nuru hiçbir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar." (Emirdağ Lâhikası, s. 281.)
Görüldüğü gibi, Bediüzzaman ve talebeleri, dindarlarla samimane dost ve kardeş olduklarını ifade etmekle birlikte, siyaset noktasında (daha açık bir ifade ile "siyasal İslâma olan tarafgirlik" noktasında) ayrı olduklarını ve bu meseleye farklı baktıklarını, gayet nezih, nâzik ve anlaşılır bir lisanla izah etmektedirler.
02.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|