Adalet kanunları, Cenâb-ı Hakk’ın bir tecellî-i hâkimiyetidir
Hem Ankara’da hükûmetin riyasetinde bulunan malûm birisine ettiğim itirazlara ve ağır sözlere karşı o reis mukabele etmeyip sükût etmesi ve o öldükten sonra, onun yanlışını gösteren bir hakikat-i hadîsiyeyi kırk sene evvel beyandaki fıtrî ve lüzumlu ve küllî ve mahrem tenkitlerim, makam-ı iddia, cerbezesiyle ona tam tatbikle bize medar-ı mes’uliyet yapılmış. Ölmüş ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir şahsın hatırı nerede? Hükûmetin ve milletin bir hâtırası ve Cenâb-ı Hakkın bir tecellî-i hâkimiyeti olan adalet kanunları nerede?
Hem biz hükûmet-i cumhuriye esaslarından en ziyade kendimize medar-ı istinad ve onun ile kendimizi müdafaa ettiğimiz hürriyet-i vicdan esası, bizim aleyhimizde medar-ı mes’uliyet tutulmuş. Güya biz hürriyet-i vicdan esasına muarız gidiyoruz!
Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, s. 320
***
Evet, iman, kalbde, kafada daimî bir mânevî yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten çıktıkça ‘yasaktır’ der, tard eder, kaçırır.
Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülâtından çıkar. O temayülât, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir. Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlûp etmez.
Elhasıl: Had ve ceza, emr-i İlâhî ve adalet-i Rabbaniye namına icrâ edildiği vakit, hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki lâtifeleri müteessir ve alâkadar olurlar. İşte bu mânâ içindir ki, elli senede bir ceza, sizin her gün müteaddit hapsinizden ziyade bize fayda veriyor. Sizin adalet namı altındaki cezalarınız, yalnız vehminizi müteessir eder. Çünkü biriniz hırsızlığa niyet ettiği vakit, millet, vatan maslahatı ve menfaati hesabına cezaya çarpılmak vehmi gelir. Yahut insanlar eğer bilseler ona fena nazarla bakarlar. Eğer aleyhinde tebeyyün etse, hükûmet de onu hapsetmek ihtimali hatırına geliyor. O vakit yalnız kuvve-i vâhimesi cüz’î bir teessür hisseder. Halbuki nefis ve hissinden çıkan—hususan ihtiyacı da varsa—kuvvetli bir meyelân galebe eder. Daha o fenalıktan vazgeçmek için o cezanız fayda vermiyor. Hem de emr-i İlâhî ile olmadığından, o cezalar da adalet değil. Abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi battal olur, bozulur. Demek, hakikî adalet ve tesirli ceza odur ki, Allah’ın emri nâmıyla olsun. Yoksa tesiri yüzden bire iner.
İşte bu cüz’î sirkat meselesine sair küllî ve şümullü ahkâm-ı İlâhiye kıyas edilsin. Tâ anlaşılsın ki, saadet-i beşeriye dünyada adaletle olabilir. Adalet ise, doğrudan doğruya Kur’ân’ın gösterdiği yol ile olabilir.
Hikâyenin hülâsası bitti.
Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlâhiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve mânevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, Ye’cüc ve Me’cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.
Hutbe-i Şamiye, s. 82-83
Lügatçe:
tecellî-i hâkimiyet: Hâkimiyet tecellisi.
riyaset: Başkanlık.
hakikat-i hadîsiye: Hadîsin hakîkati, mânâsı.
makam-ı iddia: İddia makamı, savcı.
medar-ı mes’uliyet: Sorumluluk sebebi.
medar-ı istinad: Dayanak noktası.
hürriyet-i vicdan: Vicdan hürriyeti.
muarız: Karşı, zıd, ters.
meyelân: Bir tarafa eğilmiş, ziyâde meyil gösterme, yönelme.
temayülât: Temayüller, meyiller.
ihtisasat: Hissetmeler, sezişler.
had: Şeriatın bazı suçlara verdiği ceza.
lâtife: His, duygu.
kuvve-i vâhime: Vehim, kuruntu veren duygular.
sirkat: Hırsızlık.
şümullü: Kapsayıcı, kuşatıcı.
saadet-i beşeriye: İnsanlık saadeti.
Ye’cüc ve Me’cüc: Hadislerde kıyamete yakın zamanda çıkacağı belirtilen kısa boylu çapulcu iki kavmin adları.
|