İslâm gelmiş, önce Mekke, sonra da Medine’yi aydınlatmaya başlamıştı. Ama Mekke müşrikleri gibi Medine’de de bu nurdan rahatsız olan yarasa ruhlular vardı. Allah Resûlü (asm) fedakâr Sahabileriyle Medine’ye hicret etmiş; getirdiği hakikatlerle ruh ve kalblere hayat vermeye başlamış, Medineliler ise ona iştiyakla koşmuşlardı.
Bu heyecanlı akından rahatsız olanların başında Yahudiler geliyordu. Her şeyden önce son peygamberin Araplardan gelişi onların içine oturmuş, bir türlü hazmedememişlerdi. Kâbe bakımı, hacıların yedirilip içirilmesi gibi önemli hizmetleri Peygamberimizin soyu olan Kureyş Kabilesinin yapması da buna tuz biber olmuştu. Bunlara nasıl dayanacaklardı? Sonunda şu dehşetli kararı verdiler: “Başka çare yok. Muhammed mutlaka öldürülmeli!”
Bu maksatla Hudeybiye Antlaşması yapılıp Medine’ye dönüldüğü Muharrem ayının ilk günlerinde Medine’nin ileri gelen Yahudileri, Müslüman olduğunu belirttiği halde münafıkane hareket etmekte olan meşhur sihirbaz Lebid bin Âsam’a giderek niyetlerini açtılar. Lebid’in sihirle adam öldürebilecek güçte olduğuna inanırlardı. Peygamberimizin (asm) insanları büyülediğini, içlerinden bazılarını öldürdüğünü, sürdüğünü söyleyerek kurtulmak için sihir yapmasını istediler. Bu maksatla ona üç de altın verdiler.
Lebid, Peygamberimizin (asm) yanına gidip gelen, bazı işlerini gören bir Yahudi genci yoluyla, baş ve sakalının taranmış birkaç saç kılı ve bir de tarak dişlerini elde etmeyi başardı. Onlara düğüm atıp üfledi. Sonra da bunları erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığının içine koyup, Zurayk Oğullarına ait Zervan kuyusunun basamak taşlarından birinin altına yerleştirdi.
Bu sihirden sonra Peygamberimiz (asm) hastalandı, saçları dökülmeye, gözünün feri azalmaya başladı, yeme ve içmeden kesildi. Bu, günlerce devam etti.
Lebid’in kız kardeşi, Hz. Ayşe’nin yanına gittiğinde Peygamberimizin (asm) hastalığından haberdar oldu. Durumu haber verdiğinde Lebid, “Eğer peygamberse, durum Allah tarafından kendisine bildirilir. Aksi halde aklını kaybeder, kavmimiz de umduklarına kavuşmuş olurlar” dedi.
Bu hastalık anında Peygamberimiz (asm) duâ ediyor, sıkıntıdan kurtulmak için Allah’a yalvarıyordu. Birgün tekrar tekrar duâ etmiş, Allah da şifa için iki melek göndermiş, hastalığının neden kaynaklandığını ve çaresini bu iki melek birbirleriyle konuşarak anlatmışlar, sihir malzemelerinin konulduğu yeri tarif etmişlerdi. Peygamberimiz de (asm) Hz. Ali’yle Ammar bin Yasir’i (ra) sözü edilen Zervan kuyusuna göndererek basamak taşının altındaki hurma çiçeği kapçığını getirttirdi. İçerisinde Peygamberimizin (asm) tarağı, başının saç kılları, mumdan bir heykel üzerine saplanmış iğneler, atılmış on bir düğüm ve iğneler saplanmış bir yay kirişi çıktı.
Yay kirişi üzerindeki düğümler çözülemedi. Cebrail (as) gelip Felak ve Nas Sûrelerini okudukça düğümler çözüldü. Her düğüm çözüldükçe Efendimiz (asm) önce acı duyuyor, sonra da rahatlıyordu. Sonuncu düğüm çözüldüğünde de bütünüyle rahatlamıştı.
Bu rivayet Buharî, Müslim gibi bir kısım Kütüb-ü Sitte’de, Müsned’de1 ve birçok tarihî kaynaklarda anlatılmaktadır.
Sihrin Peygamberimizin (asm) beden ve organlarında rahatsızlık ve sıkıntı verdiği doğrudur. Şüphesiz Efendimiz de (asm) bir beşer gibi yer, içer, hastalanır ve ümmetine her konuda örnek olurdu. Ancak bu hastalık, zihnî melekelerini ve peygamberlik görevini aslâ etkilememiş, bu vesileyle ümmetine böyle musibetlerden nasıl kurtulacaklarını da göstermişti.
Kurtuluş yolları üzerinde de İnşaallah bir sonraki makalemizde duralım.
Dipnot:
1- Buharî, Tıp: 47, 49-50; Bed’ü’l-Halk: 11; Cizye: 14; Edeb: 56; Müslim, Selâm: 43; İbni Mace, Tıbb: 45; Neseî, Tahrim: 20; Müsned, 6:57, 63-64, 96.
02.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|