Artık gına getiren ve “horoz dövüşü” olarak nitelenen gâliz ve hakaretâmiz söylemler arasında sıkışmış siyasetin ortasında Türkiye’nin temel problemleri üzerinde durulmuyor. En bâriz ihmallerden biri, Avrupa Birliği müzâkere sürecindeki tıkanmayla demokratik reformların siyasetin gündeminde yer almaması.
Türkiye’de yerel seçim hayhuyu içinde reformların âdeta unutulduğunu ve son derece az reformu yapan Ankara’nın birkaç yıldır bu konuda verdiği hayal kırıklığını açıklayan Türkiye-AB Karma Parlamento Eş Başkanı Joost Lagendijk, üniversitelerde başörtüsü yasağını buna misal veriyor.
AB temsilcisi, Türkiye’nin AB katılım müzakereleri kapsamında reform sürecine geri döneceğine ilişkin Avrupa’ya pekçok söz verildiğine atıfta bulunarak Ankara’ya reformların devam etmesi çağrısında bulunuyor.
Aslında daha Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un geçen hafta 17 saatlik Ankara ziyaretinde Türkiye’yi bir tek ABD’nin bölgedeki egemenlik ve çıkarları açısından değerlendirmesi, bir başka gerçeği ortaya koyuyor. ABD’nin işgal ettiği Irak’tan Türkiye üzerinden asker tahliyesi, Afganistan’a ek askerî birlik göndermesi, başta İncirlik olmak üzere mevcut üslere ilâveten yeni askerî üs talepleriyle AB’nin evvelemirde demokratikleşme ve özgürlükleri öne çıkaran taleplerinin mukayesesi, iki eksen arasındaki farkı su yüzüne çıkarıyor.
Bu fark, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını önceleyen AB ile Türkiye’yi “küresel çıkarları”na bir nev'î taşeron olarak kullanmak isteyen ABD’yi aynı görenlerin yanlışlığını gösteriyor..
AMERİKAN POLİTİKALARI
Özetle biri, demokrasi ve özgürlükleri tavsiye ediyor, diğeri “güvenlik” ve “terörle mücadele” perdesinde hep işgal, savaş, silâh, askerî üs ve salt menfaatlerini dayatıyor; ve ne garip ki AKP siyasî iktidarı baştan beri ikincisini “tercih” ediyor.
“BOP eşbaşkanlığı”na varan bu “tercih”le Davos’ta Peres’e çıkışan ve “Davos Fatihi” olarak karşılanan ve “kahraman” ilân edilen Erdoğan, bir buçuk milyonu aşkın insanın katledildiği Irak işgaline, yüzbinlerce sivilin öldürüldüğü Afganistan istilâsına karşı ses çıkarmıyor, susuyor.
Doğrusu siyasî iktidar o denli Amerikan politikalarına ram olmuş ki AB’yi görmüyor. “2B orman yasası” gibi rant şâibeli yasaları çıkarmak, çoğu suya sabuna dokunmayan sathî yasal değişiklerle günübirlik gözbayama peşinde. Türkiye’nin AB Ulusal Programında ve Katılım Ortaklığı Belgesinde taahhüd ettiği uyum yasalarını ve uygulamaları hükûmetin ve Meclis’in gündemine bile almıyor.
Seçim propagandasında halka karşı her gün yeni bir “atışma hikâyesi” bulan Başbakan, milyonlara yüzbinlerin eklendiği işsizler ordusunu, binlerce küçüklü büyüklü fabrika ve işyerinin kapanmasını, çok önemsediği TL’nin tırmanan dolar karşısında erimesini ağzına bile almıyor.
Türkiye’de inanç özgürlüğünün kısıtlanmasını, din eğitimi ve öğretiminin yetersizliğini, insan haklarındaki eksiklikleri, düşünceyi ifâdenin suç sayılıp yargılanmasını ve cezalandırılmasını ne Başbakan ve ne de medyanın manşetlere ve ekranlara çıkardığı Meclis’teki muhalefet partilerinin liderleri dert edinmiyor.
Meydanlarda halkın problemlerini kulakardı eden, “Deniz Feneri dâvâsı”nı hararetle savunan ve tartışan Başbakan ve medyadaki siyasî rakipleri, seçim sürecinde bile sözkonusu demokratikleşme ve özgürlüklere dair reformlardan tek kelimeyle bahsetmiyorlar.
BÜTÜN VAADLER UNUTULMUŞ
Öncelikle AKP ile CHP, devamında MHP ve DTP’nin mitingleri televizyonlarda uzun uzun veriliyor. Erdoğan, Baykal ve Bahçeli’nin birbirine sözlü saldırılarını en ince ayrıntıya kadar yayınlayan “yandaş” ve “karşıt” medya, bunların dışında kalanları başta DP olmak üzere görmezden geliyor. AKP ile CHP’ye hapsedilen seçim sathı mailinde halka başka hiçbir alternatif gösterilmiyor.
Ülkenin gerçek gündemini sorgulamak ve konuşmak yerine karşılıklı polemiklerle geçiştiriliyor. “Tencere dibin kara, seninki benden kara” taktiğiyle “yolsuzluk” ve “ihâleye fesad karıştırma” iddialarına yine aynı iddialarla cevap veriliyor.
Ne kirlenen siyasetin temizlenmesi için“yolsuzluk iddiaları”nın araştırılması ne yargının işlemesi için dokunulmazlıkların kaldırılması ve yargı reformu. Ne siyasetin halktan kopukluğunu giderecek, partilerdeki lider sultasına son verecek, tercih sistemiyle seçmenin önüne konulanı değil, tercihini seçtirecek siyasî partiler ve seçim kanunları…
Ne YÖK yasası, ne “GAP eylem programı”, ne Diyanet’e bağlı Kur’ân kurslarında ve camilerde çocukların dinlerinin temel kitabı olan Kur’ân-ı Kerimi öğrenmelerini sınırlayan yaş yasağı, ne subay ve astsubayların yargısız - sorgusuz sualsiz mesleklerinde ihraç eden “YAŞ yasası.”
Ne 12 Eylül darbesin anayasasının yenilenmesi ve 28 Şubat postmodern darbesinden kalma yasaların, yasakların, dayatmaların düzeltilmesi. Ne iktidar partisinin son altı yıldır seçim bildirisinde, “âcil eylem plânı”nda, hükûmet programında vaad ettiği düzenlemeler…
İktidar ve Meclis’teki muhalefet, Türkiye’nin AB projesiyle birlikte demokratikleşme ve özgürlükler unutmuş, defterden silmiş. Ülke meselelerine karşı proje yok, irâde yok…
Varsa yoksa Erdoğan ve Baykal arasındaki “maganda” kavgası, söz düellosu, ağız dalaşıyla lâf yetiştirmeler…
11.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|