Hem darbe, hem ticaret
Doğrusu ya Savcı Öz’ün mahkemeye gönderdiği yedi sayfalık rapora dikkatimizi Hürriyet çekti.
“Öldürülmedi, şüpheli oldu” başlığıyla verdiği Toygun Atilla imzalı haberde, “Dost Tarikatı lideri” İhsan Güven’in öldürülmesiyle ilgili olarak mahkemeye gönderilen rapora değiniyordu Hürriyet.
Rapor, cinayetin Ergenekon örgütü tarafından işlendiğini ileri sürmüştü.
Hürriyet’in biraz da alaycı bir şekilde verdiği raporu merak ettik biz de.
Bahar Kılıçgedik raporu buldu.
Bir ihbar mektubuna dayanan raporda çok ciddi iddialar vardı.
Öldürülen İhsan Güven’in çok yakını olduğu bilinen şarkıcı Çelik’in sık sık Ankara’ya gelerek “Kürşat” kod isimli biriyle buluştuğu söyleniyordu.
“Kürşat”, Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı’nın “dinlemeden” sorumlu yetkilisi Albay Atilla Uğur’un kod ismiydi.
Uğur, şimdi Ergenekon sanığıydı.
Bir gece şarkıcı Çelik’e rastladığımı hatırladım.
Çok sevimli, saygılı, kibar genç bir adamdı.
Daha önce gazetelerden okuduğum haberler sayesinde “tarikatla” ilişkisini bildiğim halde aklıma hiçbir şey gelmemişti.
Hürriyet’in haberini ve raporu okuyunca “acaba biz kimlerle karşılaşıp konuşuyoruz” diye geçirdim içimden.
Düşünsenize saygılı genç bir adamla ayaküstü sohbet ediyorsunuz ve onun çok karmaşık ilişkiler içinde olduğuna dair iddialar var.
Ürkütücü bir ülkede yaşıyoruz.
Tabii o yedi sayfalık raporda Hürriyet’in pek ilgisini çekmeyen çok ciddi başka iddialar da yer alıyor.
Şu anda Ergenekon sanıkları arasında bulunan emekli General Levent Ersöz’ün hükümet üyelerini dinlettiği de savcıya gönderilen ihbar mektubunun söyledikleri arasında.
Ersöz emir veriyormuş ve Kürşat adamlarına “hükümeti” ve başbakanı dinlettiriyormuş.
Sonra topladıkları bu “bilgileri” Ergun Poyraz’a verip AKP aleyhinde kitaplar yazdırıyorlarmış.
Bu kitaplar, Harp Okulu mezunu olan bir avukata okutturulduktan sonra bastırılıyormuş.
Raporun bunlardan daha fazla ilgimi çeken bir bölümü var.
Anladığım kadarıyla “Kürşat” kod isimli istihbarat albayı bir şirketin gizli ortağıymış.
Bu şirket askerî malzemelerle ilgili ihalelere katılıyormuş.
Bu şirketin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ihale almasını “Kürşat” bizzat takip ediyormuş.
Eğer bu iddia doğruysa gayet garip bir durumla karşı karşıyayız.
Bir yandan başbakan ve bakanlar dinlettiriliyor.
Bir yandan darbe hazırlıkları yapılıyor.
Bir yandan hükümeti zor duruma düşürtecek kitaplar yazdırılıyor.
Bir yandan cinayetler işleniyor.
Bir yandan da şirketler kurulup ordudan ihaleler alınıyor.
Ve, iyi para kazanılıyor.
Devletin içinde bir örgüt kurmanın, gizli bir iktidar oluşturmanın elbette parasal bir karşılığı var.
Bizim ordunun neredeyse bütün işleri kapalı kapılar ardında yapılıyor.
Ne bu ordunun gerçek bütçesini biliyoruz, ne de paraların nereye, nasıl harcandığını.
Böyle olunca ordunun “şaibe” altında kalmaması mümkün değil.
Savcının gönderdiği raporda, “Kürşat”la birlikte ordudan ihale alan şirketin ortağının adı var.
O adamın şirketi gerçekten ihale almış mı ordudan?
Almışsa kaç paralık ihale almış?
En iyi teklifi o mu vermiş?
Yoksa çok güçlü birileriyle birlikte çalıştığı için mi ihaleleri ele geçirmiş?
Bunları aydınlatmak zor değil.
Türk Silahlı Kuvvetleri, son on yılda yaptığı bütün ihaleleri açıklayabilir.
“Devlet sırrı” diyeceklerini biliyorum ama ben de “hangi devlet sırrı” diye soracağım.
Çünkü alınan malzemelerin büyük çoğunluğu zaten “yabancı” menşeli silahlar.
Bu silahların neler olduğunu herhalde Türkiye ile ilgilenen bütün devletler biliyor.
Ya da “giyecek” veya “yiyecek” ihaleleri.
Bunların da “sır”la alakası yok.
Hangi yiyeceklerin kaça alındığının sırrı mı olur?
Bizim ordumuzu şeffaflaştırmamız lazım.
Bu fikirden ordunun hiç hoşlanmadığını biliyoruz.
Sadece halkın değil, bizzat devletin de orduyu denetlemesini istemiyorlar.
Devletin içinde, kimsenin denetlemediği, hesap sormadığı, sorgulamadığı bir kurum olarak kalmak istiyorlar.
Ama “gizlilik” kaçınılmaz olarak “kirlilik” getirir.
Şaibe yaratır.
Yaratıyor da.
Mahkemelere gönderilen böyle cinayet raporlarında, “darbecilerin” desteklediği şirketlere ihale veren bir kurum haline düşüyor ordu.
Bir ordunun şeffaflaşmasında nasıl bir sakınca bulunuyor?
Eğer gizli ihaleler yapıp, gizlice para dağıtmak istemiyorsanız hiçbir sakınca yok.
Bakın bu ülkede bütün gariplikler dönüp dolaşıyor sonunda gelip orduya dayanıyor.
Bir cinayet davasında “ordunun” ne işi var?
Niye o “raporda” sözü edilen adamları ordu daha önceden yakalamadı, yargılamadı?
Sadece Ergenekon’dan dolayı değil “şaibeli” ihale iddiaları dolayısıyla da onları soruşturması gerekmiyor muydu?
Ben şuna inanıyorum.
Darbe iyi para kazandırıyor.
Bazıları için darbeciliğin bu kadar çekici olmasının altında yatan nedenlerden biri de bu sanırım.
Ahmet Altan / Taraf, 10.3.2009
|
Kriz teğet geçiyor!
Halimize şükredelim; dünya yanıyor, bizde yangın teğet geçiyor!
Fakat diyeceksiniz ki, dolar 1.8’i vurdu, vursun!..
Sanayi üretimi ocak ayında yüzde 21 oranında düştü, düşsün!..
Bir yılda 645 bin kişi işini kaybetti, kim bilir kaç kişi daha kaybedecek? Etsin!..
Teğetin hafif dokunmalarıdır bunlar!
Ben iktisatçı değilim, haddimi aşarak 2008 yılının mart ve nisan aylarından itibaren kriz tellallığı yapan yazılar döktürmüşüm...
Ekonomi çevrelerinin hükümete yaptığı “İktisadi tedbir arayacağımıza hâlâ sağduyu arıyoruz” uyarısına dikkat çekmişim, ‘aman ekonomiye dikkat’ diye yazmışım. (28 Mart 2008)
“Piyasalar hükümete ekonomik muhtıra verdi... Hükümet dört elle ekonomiye sarılmalı, öncelikle siyasi gerilimi düşürmeli” diye yazmışım! (5 Nisan 2009)
“Kapitalizm krizde, zor bir döneme giriyoruz” demişim! (25 Nisan 2008)
Yine haddimi aşıp, Başbakan Erdoğan’da da “iktidarların ikinci dönem sendromu”nun, öfke ve sinirliliğin başladığını defalarca yazmışım! Halbuki kriz teğet geçiyor! Her tedbir zamanında alınmıştır! Ben kriz tellallığı yapmışım! Özür diliyorum...
Beni kimler yanılttı?
Piyasa ekonomisi, sosyalizm gibi konularda biraz ‘felsefi’ bilgim vardır ama iktisatçı değilim, işletmeci de değilim. Hayatımda hiç piyasa işlemi de yapmadım. Haddimi bilmeliydim, ‘kriz geliyor’ diye laflar etmemeliydim!
Fakat mazeretim var! Beni Kemal Derviş yanıltmıştı! Mart 2008’de Yeni Delhi’de verdiği konferansta büyük bir finansal çalkantının gelmekte olduğunu söylemişti. Ben de ona inanmış, mesela CNN Türk’te Burhan Şenatalar gibi iktisatçılarla programlar yapmıştım, köşemde yazılar yazmıştım.
Beni yanıltanlardan biri de Osman Ulagay’dı; ikide bir “Saadet zinciri kopacak, kriz çıkacak” diye yazıp duruyordu. TÜSİAD’çılar da beni yanıltmıştı, sık sık “Kriz geliyor, aman yapısal reformları yapın, öncelikle ekonomiye bakın” diyorlardı.
TOBB’la birlikte bildiri yayımlayan 12 meslek kuruluşu da yanılmamın sebeplerinden biridir. Mart ayında hükümeti “sağduyuya” çağırıyorlar, “ekonomik tedbirlere öncelik verilmesini” istiyorlardı.
Halbuki ne sağduyuya ne ekonomik tedbirlere ihtiyaç varmış; bakın kriz teğet geçiyor!
Piyasalar güveniyor!
İktisatçı olmayan bendeniz onların açıklamalarını veri kabul etmiştim; başka ne yapabilirdim ki? Başbakan henüz “Teğet geçecek” diye müjdelememişti!
2009 yılı için, bırakın ekonominin dibe vurmasını, hükümetin yüzde 4 büyümeyi öngören bütçeyi kasımda Meclis’e sevk edeceğini ben nasıl bilebilirdim?
Bendeniz eylül ayında bile, borsalardaki depremlere dikkat çekerek, “Hükümet kafayı ekonomiye takmalı” diye yazmışım, “Aksi halde?.. Allah korusun” diyerek felaket tellallığını sürdürmüşüm!(19 Eylül 2009)
Halt etmişim, bakın kriz teğet geçiyor!
İktisatçı Cumhurbaşkanı Gül’ün geçen hafta “IMF ile anlaşmada gecikildi, ekonomik tedbirlerde geç kalındı” demesine de bakmayın...
Başbakan, “Kriz teğet geçecek” diyerek, hatta ocak ayında “krizden çıkış işaretlerinin başladığını” müjdeleyerek piyasalara moral vermişti; şimdi de öfkeli, hırslı, bol seçim ekonomili bir kampanya yürüterek ekonomiyi nasıl öncelikli gördüğüne dair piyasalara güven veriyor!
Milyonlarca insanın cebindeki yangına bakmayın, kriz teğet geçiyor!
Taha Akyol / Milliyet, 10.3.2009
|