28 Şubat’ın on ikinci yıl dönümünde darbenin demokratik sisteme soktuğu sakatlıklar sürüyor…
Cumhuriyet döneminde darbelerin anası kanlı 27 Mayıs ihtilâlini dayatanların çoğu öldü. 12 Mart muhtırası, 12 Eylül ihtilâli ve 28 Şubat “postmodern darbesi”yle demokrasiyi öldüren, askıya alan ve devre dışı bıraktıran darbeciler yaşasa da milletin nezdinde çoktan “ölüler.” Zaten 28 Şubat da diğer bütün darbe ve ara rejimler gibi ölü doğdu…
Ne var ki “ölü” darbelerin ortaya saldığı demokratik irâdeyi kemiren keneler, bulaştırdığı antidemokratik zâfiyetler hâlâ hayatta. Üzerinden onlarca yıl geçse de darbe anayasaları, demokrasi ve hukuku askıya alan demokrasi dışı uygulamaları, utanç verici inanç ve insan hakları yasakları devam etmekte…
Demokrasiye yakışmayan tortularla dolu hastalıklı anayasaları, milletin önünü kesmekten, hak ve hürriyetleri kısıtlamaktan başka bir işe yaramayan kadük yasaları, çağdışı mevzuatı bütün ağırlığıyla hüküm sürmekte…
Bizzat “hazırlayıcıları” tarafından “artık lüks” olduğu itiraf edilen ve yüze yakın maddesi değiştirilerek kevgire dönen “yamalı bohça” 12 Eylül darbesinin Meclis’i lağveden, meşru hükümeti deviren, siyasî partileri kapatarak siyaseti zorlamalarla rayından çıkaran anayasası hâlâ hükümferma…
Bin yıl olmadı, ama 28 Şubat’tan günümüze 12 yıl, 12 Eylül’den bu yana 29 yıl ve 27 Mayıs’ın üzerinden 49 yıl geçti; tortuları hâlâ durmakta, demokrasiyi lekelemekte…
HÂLÂ DARBELER VE
DARBECİLER KORUNUYOR…
Türkiye, AB’nin demokrasi, hukuk ve insan hakları standartlarına ulaşamaya çalışıyor; lâkin bir yığın demokratik illetle muallel anayasa, yasalar yüzünden bir türlü başaramamakta.
Zira dibacesinde demokrasiyi katleden darbenin “milletin çağrısı ile yapıldığı” iddia edilen, milletin seçtiği meşru idâreyi Anayasa ve hukuku çiğneyerek alaşağı eden ihtilâlin “Millî Güvenlik Konseyi”nin atadığı “Danışma Meclisi”nin “milletin meşru temsilcileri olduğu” ileri sürülen, defalarca değiştirilmesine rağmen hâlâ “hiçbir düşünce ve mülâhazanın (…) Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları karşısında korunma göremeyeceği” kaydı getirilen demokrasi ayıbı “darbe anayasası” hâlâ yürürlükte…
Tıpkı 1982 Anayasası gibi ihtilâl ürünü olan ve “hayır” demenin yasak olduğu, darbecilerin devlet gücünü kullanarak tehditlerle, korkularla, baskılarla, hîlelerle kabul ettirdiği 1961 Anayasası, 1924 Anayasasının, ikinci maddesindeki “Türkiye devletinin dini, din-i İslâmdır” temel düsturunu belirleyen ibâresini millete rağmen kaldırmakla kalmadı.
Keza beşinci maddesinde “Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir; bu yetki devredilemez” yazılıyor, dördüncü maddesinin başında “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” deniliyor; fakat hemen peşinden “Millet egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır” garâbetini getiriyor. Milletin hakkını gasb ediyor.
Ve ihtilâl mahsulü 61 Anayasasındaki “kayıtsız ve şartsız millete ait olan egemenliğin kullanılmasını” millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in dışındaki “yetkili organlara” veren demokrasi ayrığı bu garâbet, yine ihtilâl ürünü 82 Anayasasının altıncı ve yedinci maddelerinde de aynen korundu, korunuyor.
Bu yaman çelişkiye göre “egemenlik kayıtsız ve şartsız milletin” olacak, “millet adına yasama yetkisi Meclis’in” olacak ve “bu yetki devredilemeyecek”; lâkin bu “yetki” ve “egemenlik”, darbe anayasalarıyla demokratik sisteme hariçten monte edilmiş, atanmış “yetkili organlar” eliyle kullanılacak…
“28 ŞUBAT” UYGULAMALARI
DEVAM EDİYOR
Yine hiçbiri tatbik edilmeyen, millete mal olmayan ve halkla alâkası kalmayan, “bilumum memurin ve müstahdeminin şapka iktisaını (giymesini)” şart koşan, “Bey, Paşa, Efendi” lâkap ve ünvanlarının kullanılmasını yasaklayan kadük kalmış “devrim yasaları” ihtilâl eseri Anayasanın üstelik bir maddesi olarak konulup korunmakta.
Dahası hâlâ 12 Eylül ihtilâli döneminde “karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar” hakkında hiçbir sorgulama yapılamayacağı, mevcut ihtilâl Anayasasının 29 yıldır yürürlükte olan “Geçici 15. maddesi”nde koruma ve kollama altına alınmakta. Darbeyle, silâh zoruyla tepeden inme ülke idâresini ele geçirip Anayasayı ilga ederek “yasama ve yürütme yetkisi”ni kullanan “Millî Güvenlik Konseyince atanmış hükümetlerin ve Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında hiçbir cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemeyeceği ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağı” kaydı getirilmekte…
Neticede 28 Şubat’ın tepkisiyle iktidara gelen AKP siyasî iktidarı döneminde, 28 Şubat sürecinden kalma bütün bu emr-i vakiler, demokrasi ayıpları olduğu gibi yürürlükte.
Hâlâ ne 12 Eylül darbesinin Anayasasına el atılmış, ne de bu Anayasanın getirdiği YÖK yasası gibi demokratik eğitimin önünü tıkayan takozlar kaldırılmış…
Altı yıl geçti, demokratikleşme alanında doğru dürüst bir adım atılamamış. Demokrasi dışı dayatmaların hiçbiri düzeltilememiş. Siyasetin demokratikleşmesinde, siyasî partiler ve seçim yasasının AB standartlarına göre düzeltilmesinde, kamu yönetiminde, yargı ve yapısal reformlarda; temel haklarda, inanç ve ibadet hürriyetinde, düşünceyi ifâde ve basın özgürlüğünde, ceza kanunlarında, din eğitimi ve öğretimi hakkında arpa boyu gidilememiş.
Kısacası 28 Şubat’ın “irtica furyası”na tepkiyle milletin irâdesini teslim ettiği AKP siyasî iktidarı, bunu hakkını vermedi, verememiş. 28 Şubat sürecini aynen devam ettiriyor.
Ve bundandır ki 28 Şubat “postmodern darbe” süreci sürdü, sürüyor…
28.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|