Hillary Clinton’un 24 saati bile bulmayan Türkiye ziyaretinin ardından görüşmelerin arka plânı ve ABD’nin Türkiye’den “talepleri” peyderpey gün yüzüne çıkıyor. Her ne kadar detaylara değinilmeyip ana başlıklarla “ABD’nin istekleri” geçiştirse de, ayrıntılar açıklandıkça meselenin mâhiyeti belli oluyor.
“Washington’un talepleri”, hep Irak’tan çekilme plânı çerçevesinde yüzbinlerce Amerikan askerinin daha az masrafla Türkiye üzerinden tahliyesi olarak gösterildi. Oysa kapalı kapılar arkasındaki görüşmelerde “talepler”in hiç de bununla kalmadığı anlaşılıyor.
Gerçi işgalci Amerikan askerlerinin Türkiye toprakları ve üsleri üzerinden nakillerine Dışişleri Bakanı Babacan peşinen “memnuniyetle karşılanacağını” bildirdi. Ancak Amerikan Dışişleri Bakanı’nın kamuoyunca bilinen bu talebi “henüz plânlamanın başındayız” deyip sonraya bıraktığı; buna mukabil başta Karadeniz’e yönelik yeni askerî üs olmak üzere, Afganistan’a ek muharip asker gönderilmesi, Irak’ın bölünüp parçalanmasıyla Kuzey Irak’taki oldubittinin kabulü, Kerkük emr-i vakisi, Türkiye’nin İsrail’le işbirliğini ilerletmesiyle Filistin konusunda Telaviv’in tezlerine gelmesi ve İran’a karşı tavır alması gibi konuları ileri sürdüğü sızan bilgilerden…
Kısacası ABD’nin Ankara’ya karşı tıpkı 2003 baharında olduğu gibi yeni bir “işbirliği hamlesi” içinde. Peki, ABD bütün bu “talepleri” hangi üslûp içinde gündeme getirdi ve Ankara’nın buna cevabı ne oldu ve ne olacak?
ABD İLE TÜRKİYE’NİN
ÇIKARLARI ÇATIŞIYOR…
En son Beyaz Saray’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi George Mitchell’den sonra Ankara’ya uğrayan Hillary Clinton’un üstü kapalı açıklamalarından ABD’nin bütün bu “taleplerini” bir “dayatma” içinde masaya koyduğunu ele veriyor.
Obama’nın Nisan’ın ayının ilk yarısında Ankara’ya ziyarette bulunacağı ve Türkiye üzerinden Ortadoğu ve İslâm dünyasına mesajlar vereceği haberleriyle sözkonusu “talepler”in tezadında örtülü “tehdidi hissetirme” taktiği açığa çıkıyor.
Hillary Clinton, tıpkı selefi Rice gibi Ankara’nın gönlünü almak için “ortak düşman” dediği PKK terör örgütüyle “ortak mücadele” ve “ortak vizyon” gibi oldukça iddialı sözleri sarfetse de ve AKP siyasî iktidarı bu söylemlere sevinse de, Washington’un her an Ankara’ya bir çelme takacağından endişe ediliyor.
Bu dayatmalarda en çok kullanılan tâbir “stratejik ittifak.” Dış politika uzmanları, iki ülke arasındaki stratejik müttefiklikten söz edilebilmesi için her şeyden önce güçlü ekonomik ortaklığın ve serbest ticaret anlaşmasının olması, müttefiklerin karşılıklı teknoloji transferi, kapsamlı savunma sanayii anlaşması ve askerî işbirliğinin olmazsa olmaz olduğunu belirtiyorlar. Stratejik müttefiklerin ortak çıkarlarının aynı parametrelerde ve temel politikalarının birbirine paralel olmasını gereğine dikkat çekiyorlar.
“STRATEJİK MÜTTEFİK”İN ŞANTAJI…
Gerçek şu ki CIA’nın Ortadoğu uzmanı ve (eski) Türkiye İstasyon Şefi Grahham Fuller’in nihaî tesbitiyle Türkiye ile ABD’nin geniş Avrasya coğrafyasındaki çıkarları çatışıyor.
ABD, işgal edip iki milyona yakın sivili katlettiği Irak’ın parçalanmasını, Türkiye’nin başta İran olmak üzere bölgedeki Müslüman komşularına karşı yanında yer almasını, Karadeniz’in bir Amerikan gölü haline getirilmesi için Amerikan savaş gemilerine açılmasını, bütün üslerini açmasını Ankara’nın önüne koyuyor.
Keza Kafkasya ve Balkanlar’da Gürcistan ve Ukrayna gibi Soros’un renkli devrimleriyle Amerikan güdümüne giren ülkelerle işbirliği yapmasını istiyor. Yine işgali altındaki Afganistan’a en yakın NATO ülkeleri bile asker vermezken, zora giren ve Kabil’in dışına çıkamayan kuklası Karzai yönetimini savunmak için Türkiye’nin mevcut birliğe ilâve olarak—el altından işbirliğini aradığı—Taliban’la savaşmak üzere Mehmetçiği terör ve kargaşanın içine çeken “talebini” dayatıyor.
Kısacası ABD, siyasî yönden AB’yi ikinci plâna iten, enerji politikalarında Rusya’yı devre dışı bıraktıran derin stratejiyle, Türkiye’yi bölgeye yönelik projelerinde geçiş ülkesi yapmak peşinde. Taktik gereği pek telâffuz edilmeyen “büyük Ortadoğu projesi” çerçevesinde Amerikan egemenliği ve küresel menfaatlerinin bölgedeki taşeronu yapma emelinde…
Görünen o ki hep talep eden, kendine yontan, karşısındakine saygı duymayan, bütün politikaları çıkar hesapları üzerinde dönen ABD’nin nezdinde Türkiye “stratejik müttefiki” değil, “eksen ülke” de değil; olsa olsa en basit tanımla bir “taşeron ülke.”
Gerçekten bu nasıl “stratejik müttefik” ki ilişkiler dayatmalarla yürütülüyor; parlamentosunda her yıl Türkiye’ye iftiralar tekrarlanıyor; tehdit aracı olarak kullanıyor.
Bu nasıl “stratejik ittifak” ki müttefikini çıkarlarına hizmet ettirmek ve emr-i vakilerine getirtmek için Kuzey Irak’taki “yerel yönetimi” ve “Kürt kartı”nı, Amerikan Kongresi’nde “Ermeni iddiaları”nı şantaj malzemesi olarak istimal ediyor.
Ve ne yazık ki belki de koltukta kalma uğruna AKP siyasî iktidarı bu “şantajlara” geliyor…
10.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|