Siyasetin hayhuyu ve karşılıklı suçlamalarla, birbirinin değirmenine su taşıyan atışmalar ve çatışmalar ortasında, Türkiye’nin birçok iç ve dış meselesi “teğet geçiliyor.”
Seçime 22 gün kaldı; meydanlarda hâlâ bir işe yaramayan hararetli ve hakaretli lâkin polemiklerin dışında birşey yok...
Ne dünyada birçok ülkenin âcil ciddî tedbirler aldığı ancak hükûmetin hâlâ hazırlayamadığı “ekonomik krize karşı tedbirler paketi,” ne Türkiye’nin AB müzakere sürecindeki tıkanma…
Keza ne demokratikleşme, ne defalarca değiştirilmesine rağmen hâlâ yürürlükte olan 12 Eylül darbesi anayasasına karşı “yeni demokratik anayasa,” ne darbe rejiminin ürünü YÖK yasası, ne siyasî partiler ve seçim kanunun düzeltilmesi, ne demokratik eğitim…
Ne 28 Şubat’tan “postmodern darbe”den kalma dayatmalar, ne hâlâ devam eden temel haklara, inanç ve ifade hürriyetine, dinî özgürlüklere getirilen yasaklamalar ve kısıtlamalar…
Hiçbiri tartışılmıyor. Başbakan’ın “Davos çıkışı”ndan sonra Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri ilerletiliyor; fakat “Gazze’ye yardım” ve “kalıcı ateşkes” de gündem dışı.
Davos’taki “çıkış”ın ardından Başbakan hâlâ seçim meydanlarında “Davos Fatihi”, “İslâm Âleminin Şeyhülislâmı”, “Son Osmanlı Padişahı 1. Recep Tayyip Erdoğan” olarak karşılanıyor; lâkin Davos da, hâlâ ambargo altındaki Gazze de başta iktidar ve anamuhalefet olmak üzere siyasetin gündeminde bulunmuyor…
“GAZZE YARDIMLARI”
GAZZE’YE VERİLMİYOR!
Şu çarpıklığa bakın; Mısır’ın Şarm El Şeyh şehrinde 87 ülkeden yetkililerin katıldığı “Gazze’ye Yardım Konferası”nda, Filistin halkının büyük bir çoğunlukla seçtiği ve hâlen Gazze Şeridi’nde iktidarda olan Hamas yok; çünkü dâvet edilmemiş.
Refah kapısını kapatıp dört bir yandan kuşatılan birbuçuk milyonu aşkın Gazze halkını, İsrail’in gıdadan, sudan, ilâca varan amansız ambargosuna mâruz bıraktıran Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübârek toplantının “ev sahibi” sıfatıyla açış konuşmasını yapıyor. Aralarında Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton’dan Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev’e, İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband’dan Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’e, İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano’dan BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun’a kadar birçok ülkenin devlet ve hükûmet başkanının katıldığı konferansa Türkiye’den ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan katılıyor.
Başbakan Erdoğan’ın seçim gezileri “gerekçe” gösteriliyor. Türkiye, sıradan bir Latin Amerika ülkesi gibi böylesine önemli bir konferansta bir tek Dışişleri Bakanıyla temsil ediliyor. Oysa bir günlüğüne de olsa iç siyasî polemiklere ara verip dünya ve bölge barışı için bu denli önemli bir toplantıya gidip Türkiye’nin temel tezi olan Filistin’de bütün tarafların muhatap alınması ve Filistin halkının seçtiği Hamas’ın dışlanmaması görüşünü açıklayabilirdi. Öncelikle Gazze’ye geçiş noktalarının açılması ve açık hava hapishanesi durumundan kurtulmasının gerektiğini ifâde edebilirdi.
Ya da daha önce Mısır’daki “ateşkes görüşmeleri”ne iştirak eden Gül, “Davos çıkışı”nın sahibi bölgesel aktör ülkenin Cumhurbaşkanı olarak devreye girip, en azından sözkonusu yardımların yerine ulaşması için İsrail’in ablukayı kaldırmasını şart koşabilirdi. Mısır’ın sınır kapılarını açmasını ve başta Türkiye olmak üzere dünyadan gelen yardımların ve toplanan paranın Gazze halkına ve İsrail’in savaş uçaklarında atılan bombalarla, füzelerle, tanklarla, 15 bin ev ve binayı yakıp yıktığı Gazze’nin alt yapısına harcanmasını isteyebilirdi…
ANKARA, NEDEN GASBA SESSİZ?
Zira Suudî Arabistan’ın bir milyar dolarla başını çektiği ve İsrail’e her yıl 50 milyar dolar yardımda bulunan ABD’nin 900 milyon dolar verdiği ve iki yılda toplanacağı vaadedilen 4.5 milyar dolarlık bağışın Gazze halkına verilmeyeceğinin sinyalleri, daha şimdiden veriliyor.
Anlaşılan o ki Gazze için toplanan bu para da Gazze’ye verilmeyecek; dahası İsrail’in dayatmalarında istimal edilecek. Hamas sözcülerinin, “Filistin halkının kanı, hiçbir şart altında politize edilmiş yeniden imar yardımları karşılığında satılık değildir” tesbitleri bunun ifâdesi.
Halen devam eden İsrail ablukası yüzünden yardımların Gazze’ye ulaşmasının çok zor olduğuna dikkat çeken Filistinli yetkililerin, “Filistin’in İsrail ve ABD’nin yönlendirdiği uluslar arası baskı ve şantajlara boyun eğmeyeceğini, siyasî amaçlı yardımları da kesinlikle kabul etmeyeceği" beyanları, bunu bâriz bir biçimde ortaya koyuyor.
İsrail’in ve bazı mahfillerin daha toplanmadan bu paranın fiilen Gazze’nin yegâne yönetimi olan Hamas’a teslim edilmeyeceğini açıklaması, bu yardımın da Gazze halkına ve altyapısına harcanmayacağının peşin ikrarı.
Ve ne yazık ki Ankara, bütün bu oldu-bittilere karşı sessiz kalıyor. Ateşkesin şartı ve kalıcı barışın ilk adımı olan sınırların açılmasını, ambargonun kaldırılmasını uluslar arası zeminlerde dile getirmiyor. Başbakan “Davos çıkışı”nın siyasî rantını toplamakla meşgul; seçmen nezdinde Davos’un politik gelirini devşiriyor. Lâkin “Davos çıkışı”nın altı bir türlü doldurulamıyor.
Peki, Gazze’ye yapılan yardımın Gazze’ye verilmemesi çarpıklığına Türkiye neden itiraz etmiyor? Niçin işgalcileri ödüllendiren bu emr-i vakiye karşı suskun kalıyor? Başta Türkiye olmak üzere, İslâm âleminden ve dünyadan Gazze için toplanan yardımlar ve verilen paralar Gazze halkına ve meşru yönetimine verilmeyecek de kime verilecek?
Türk halkı ve diğer Müslüman ülkeler bu yardımları, üç hafta boyunca gece gündüz evleri, okulları, hastaneleri, camileri bombalayan, yüzlerce çocuğu katleden, Gazze’yi yerle bir eden İsrail’in kontrolüne geçmesi için mi yaptılar? Davos’ta Peres’e itiraz eden Erdoğan, neden bu gasba ve haksızlığa bir şey demez?
Görünen o ki AKP iktidarı, İsrail’le ekonomik anlaşmaları askıya almak, askerî ve savunma işbirliğini rafa kaldırmak ve silâh alımı ihâlelerini iptal etmek bir yana; Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini daha da derinleştirmek peşinde. Bunun için çabalıyor…
Gerçekten bu derin kırılma neden?
07.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|