Gazetemizin Pazar günkü (8 Mart 2009) manşet haberinde de görüldüğü gibi, vatandaşların büyük çoğunluğu "darbe izleri"nin her alanda silinmesini istiyor. Özellikle de "12 Eylül Darbesi"nin izleri...
Bir önceki darbe (27 Mayıs 1960) ile muhtıranın (12 Mart 1971) izleri, zaten büyük ölçüde silinmişti.
27 Mayıs günü "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" olmaktan çıkartılmış; o kanlı darbeyi çağrıştıran isimler ve ünvanlar, resmî–sivil tabelalardan kaldırılmıştı.
Şimdi ise, sıra bir sonraki darbeye, yani 12 Eylül Darbesiyle hesaplaşmaya gelmişti.
Zira, doğrudan bu darbeyi çağrıştıran "12 Eylül" ve "Kenan Evren" gibi isimler birçok okula verilmişti ki, bundan hem veliler, hem de o okullarda okuyan öğrenciler şiddetle rahatsız olmaktaydılar.
İşte, bu rahatsızlıklar giderek büyüdü, zamanla haklı ve çok da yerinde bir tepkiye büründü. Gitgide çoğalan bu tepkiler, sonunda İl Genel Meclislerine kadar gidip dayandı. Haklı tepkilere, bu meclislerdeki siyasiler de ilgisiz kalmadı ve alkışlanacak bir duyarlılıkla harekete geçmeye karar verdi.
İşte bunlardan biri ve hatta birincisi: İçinde hemen bütün siyasî görüşlerin temsil edildiği İzmir İl Genel Meclisinin değerli üyeleri, bu konuyu gündeme aldılar, konuşup müzakere ettiler ve neticede şu karara vardılar: "12 Eylül darbesini çağrıştıran isimler, bütün okullardan silinsin, yerine yeni isimler konulsun."
Evet, işte demokratik olgunluk, demokratik erdemlilik budur. 29 sene sonra da olsa, nihayet iyi bir seviyeye gelinmiş ve takdir edilecek bir karara imza atılmıştı.
Yakın tarihle yüzleşme zamanı
Darbeleri sorgulamaya ve bu mendeburun ufunetinden kurtulmaya başlayan Türkiye, bu açıdan iyi bir noktaya geldi.
Ne var ki, o darbe mantığının dizayn etmiş olduğu fikir ve siyaset anaforundan henüz kurtulabilmiş değil.
Zira, özellikle Demokrat misyona karşı yapılan ve bu misyon hareketini siyasette kast–ı mahsusla denklem dışı bırakan zihniyetin dessas plânları, kamuoyunca henüz anlaşılmış, yahut deşifre edilmiş değil.
Dahası, Demokrat misyonu fikir ve medya sahasında gönüllü olarak savunan bir cihette temsil eden Yeni Asya gibi bir gazete ve camianın 12 Eylül ve sonrasında neler çektiğini, ne tür baskılara mâruz kaldığını ve bu dâvâ uğrunda ne bedeller ödediğini çoğu insanımız ne yazık ki bilmiyor.
Ama, artık bunların da bilinmesi lâzım değil mi? Sizce de, hürriyetlerin kısıtlandığı, demokrasinin canına kıyıldığı, bütün fikir sahiplerinin hedef tahtasına konulduğu, nifak hareketiyle bütün grup ve cemaatlerin parçalanmaya çalışıldığı o karanlık dönemle yüzleşme zamanı gelmedi mi?
İşte bakınız: O tarihe kadar legal olarak kurulmuş bulunan hemen bütün dernek ve teşkilâtları kapattıktan sonra, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan mevcut siyasî partilerin de tamamını kapatan 12 Eylül cuntası, neşriyat tarzını beğenmediği gazeteleri de bir bir kapatmaya yöneldi.
Şunu herkesin bilmesi lâzım ki: Bütün bu kapatmaların en ağır faturası, siyasette Demokratlara, neşriyatta ise Yeni Asya gazetesine ödettirildi.
Biliyorsunuz, parti kurmanın serbest olduğu 1983 yılında, Demokratların devamı olan Büyük Türkiye Partisi kapatıldı, onun yerine kurulan Doğru Yol Partisi ise seçimlere sokulmadı. Darbeciler, Demokratların önünde aşılmaz bir bariyer kurarken, fikir erbabı ve çekirdek kadrosu eski Millet Partisine dayanan siyasî cereyanın da önünü açtı. Bu cereyanın (Büyük Doğu/Necip Fazıl, Sebilürreşad/Eşref Edib, Ehl–i Sünnet/A. Zapsu...) bir başka versiyonu, bugün de iktidar mevkiinde...
Ahrar ve Demokratın fikren müttefiki olan Yeni Asya ise, 1982'de yapılan "Anayasa referandumu" öncesi ve sonrasında toplam 474 gün kapatılarak, madden tüketilmek istendiği gibi, yıllardır canciğer olmuş kadim mensupları dahi birbirine düşürülmek sûretiyle bu camia manen de yıkılmak istendi.
Ne acıdır ki, bu noktada önemli ölçüde muvaffak da olundu. Yüzde 90 küsûr oranında kabul ettirilen 82 Anayasası için cemaatlerin çoğu baskı ve yıldırma politikasıyla "ele geçirilmiş" iken, Yeni Asya camiası da, bu darbe Anayasasına "Evet" diyen ile "Hayır" diyenler şeklinde ikiye bölünerek parçalanmış oldu.
İşte, o parçalanmışlığın dolaylı ve yan etkileri, maalesef yer yer halen de sürüp gidiyor... O gün için, darbeye de, darbe anayasasına da hayır diyen Yeni Asya camiasını anarşistlerle, hatta komünistlerle bir ve beraber olmakla itham edenler, bugün acep ne haldeler?
O gün için darbe meddahlığı yapanlar, darbe anayasanın kabulü için sabahlara kadar duâ ettiğini söyleyenler, hatta Yeni Asya'nın 10 Kasım, 23 Nisan ve 19 Mayıs gibi özel günlerde "hikmet–i vücud"una tamamen zıt mahiyetteki manşetlerle neşredilmesini isteyenler, şimdi "darbe izlerinin silinmesi" ve hatta "darbe anayasanın da değiştirilmesi" yönünde halkın çoğunluğunun hemfikir noktaya geldiği günümüzde, acaba hâlâ "Biz doğru olanı yaptık; Yeni Asya ise yanlış yaptı" diyebiliyorlar mı?
Acaba, zaman denen büyük müfessir, bugün kimi haklı ve kimi haksız çıkardı?
Yoksa, şimdi bunları sormaya ve bu cihette yakın tarihteki hadiselerle yüzleşmeye de mi hakkımız yok?
Dikkatinizi çekerim: 12 Eylül 1980 darbesi, fikir ve siyaset hayatımızın da dönüm noktası ve yol ayrımının müsebbibidir. Bu nokta bilinmeden ve bu dönem tahlil edilmeden, bugünkü kargaşalı vaziyeti bilmenin, anlamanın da mümkinatı yoktur.
Biz, burada ifade ettiğimiz bütün iddiaların, temas ettiğimiz bütün gelişmelerin delillerine, bilgilerine, belgelerine sahibiz. Hapsi arşivlerimizde mevcut. Kim isterse, bunları ortaya serip birlikte müzakere edebiliriz.
Maksadımız kimseyi incitmek, rencide etmek falan değildir. Yeter ki, hak incinmesin ve hakikat rencide olmasın. Ve bilhassa, kitleleri etkileyen temel yanlışlarla doğruların hiçbiri gizli kalmasın, nihan olmasın istiyoruz.
11.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|