Demokratların AP çatısı altında toplandığı dönemlerde bu bütünlüğü korumak ve bozulmasının CHP’ye yarayacağı gerçeğine dikkat çekmek için kullanılan “Oylar bölünmesin, aksi halde CHP aradan sıyrılır” söylemini şimdi AKP için tekrarlayanlar var.
Özellikle DP’ye verilecek oyların ziyan olacağı ve daha ötesinde, bilhassa kritik olan yerlerde CHP’nin hanesine yazılacağı iddiası dile getiriliyor. Ama SP ve BBP gibi partiler söz konusu olduğunda nedense aynı hassasiyet gösterilmiyor.
Haddizatında, bu argümanın değişik yönleriyle iyice irdelenip tartışılmasına ihtiyaç var.
Bir defa, AKP açısından işin bu noktaya getirilmesi, bu partinin topluma ümit verme pozisyonundan uzaklaşıp, “Ben gidersem CHP gelir” noktasına kaydığını gösteriyor. Ve bu, AKP için tükeniş sürecinin başladığına da işaret ediyor.
İkincisi; oyların üç seçimdir ağırlıklı olarak AKP’de toplanması Türkiye’ye ne fayda sağladı ki, bu tercih 29 Mart seçiminde de devam etsin?
Üçüncüsü; AKP iktidarı başından beri temel politikalarda hep CHP’nin onay, rıza ve iznini almaya itina gösterdi. Onu dışlayarak adım atmaya kalkıştığı nadir hallerde de sıkıntıya girdi.
Geçen yıl başörtüsü yasağını üniversitelerle sınırlı olarak anayasa değişikliğiyle kaldırma girişiminin, AKP’ye açılan kapatma dâvâsıyla sonuçlanması, bunun en tipik örneklerinden biri.
Bu dâvâda AKP’yi kapatmayan, ama ağır ihtar veren mâlûm kararın çıkması, her meselede partinin elini kolunu bağlayan bir süreci başlattı.
Öyle ki, AKP 29 Mart sonrasında yeni bir anayasadan değil, mevcut anayasada ufak tefek değişiklikleri gündeme getirme niyetinden bahis açarken bile “CHP’siz olmaz” mesajı veriyor.
Bunun sonucu, yaklaşık altı buçuk yıllık AKP iktidarında, CHP destekli 28 Şubat uygulamalarının yer yer daha da şiddetlenerek devamı oldu.
Bir bakıma, görünüşte iktidar AKP’de, ama fiiliyatta CHP politikaları uygulanıyor. Böylece bu politikalara karşı halkın tepkisi de dizginleniyor.
Böyle bir maskeli balo devam ederken, “AKP giderse CHP gelir” iddiasının geçerliliği kalır mı?
Dördüncüsü; oy tabanı giderek daralan ve gelinen noktada eski katı politikalarıyla daha fazla yol alamayacağını görerek yumuşama sinyalleri vermeye mecbur kalan CHP münferit ve mevziî seçim başarıları elde ettiği takdirde, önceden olduğu düzeyde tahripkâr icraatlar yapabilir mi? Yoksa tahribatı—mecburen—tamire mi çalışır?
Beşincisi; başörtüsü, imam hatip, Kur’ân kursu konularındaki sancıları dindirmek için hiçbir şey yapamayan veya yapmayan AKP’nin, Yaşar Kemal ve Çetin Altan gibi isimleri ödüllendirmek, Nazım Hikmet’in kabrini Türkiye’ye nakil girişiminde bulunmak gibi jestlerle sola kucak açması ve Erdoğan’ın “sola açılım” sürecine direnen parti teşkilâtlarını fırçalaması ne anlama geliyor?
Altıncısı; 60’lı ve 70’li yılların gerçeklerine göre doğru ve isabetli olan “Oylar dağılmasın, AP’de toplansın, CHP'nin kanadı altında komünist kuvvetin bu vatana hakim olmasına geçit verilmesin” tavsiyesini bugünün şartlarında AKP’ye uyarlamanın geçerliliği olur mu?
Yedincisi; gerek esas olarak ve doğrudan kendisini hedef alan haricî şartların, gerekse dahilî hataların bugünkü noktaya getirdiği ve samimî bir özeleştiri ile o hatalarını düzeltip, yine insafsız bir şekilde, tamamen imha etme kastıyla üzerine çullanan haricî husumetlere karşı tekrar ayağa kalkma mücadelesi veren DP, siyasetteki misyonunu sürdürme iddiasını ispatlamaya her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duyduğu kritik bir dönemeçte niye teslim bayrağı çeksin?
Sekizincisi; “Merkez sağ zaten bize geliyor” rahatlığı içerisindeki Erdoğan’ın “Merkez solu da istiyorum” tavrı karşısında, köklerine dönüp istikametini doğrultma sinyalleri veren bir DP’yi sağlıklı bir alternatif olarak kuvvetlendirmek gerekirken, inişe geçmiş AKP’nin ömrünü uzatmak için kurban vermenin bir mantığı var mı?
Sonuç: AKP giderse CHP değil, DP gelsin.
12.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|