Vehbi HORASANLI |
|
Gelen gider, giden gelmez |
Ülkemizde son zamanlarda yaşanan acı olaylar ister istemez dünyanın gelip geçici olduğunu herkese bildirdi. Bir taraftan sel yüzünden vefat edenler olduğu gibi diğer taraftan askerlerimizin şehit olduğu haberleri birbiri ardınca geldi. Evvelâ; ecel birdir değişmez. Ölüm meleği Azrail dahi sadece bir perdedir. Hastalıklar, felâketler hepsi bir bahanedir. Allah’ın emri geldiği vakit kimsenin bunu değiştirmeye mecâli kalmaz. Fakat bu felâketler karşısında fîgân edip ortalığı velveleye vermek hatta bir general eşinin dediği gibi “pisipisine öldüler” gibi lâflar etmek çok ayıp ve yanlıştır. Her şeyden önce yanarak, boğularak ve taun gibi hastalıklar neticesinde vefat edenler büyük ecir ve mükâfat kazanırlar. Dünyada işlemiş oldukları günahlara keffaret olan bu hadiseler sayesinde hesap gününde gıpta edilecek olan bu kardeşlerimize acımak yerine tebrik etmeli ve bizlerin de imanla ölmesi için Rabbimize bol bol duâ etmeliyiz. Şehit olan askerlerimiz ise her ne kadar bir kısmı komutanlarının tedbirsizliği yüzünden vefat etmiş olsalar da çok büyük mükâfat kazanmışlardır. Zira vatanımızı korumak için asker olmuşlar ve görevleri başında şehit olmuşlardır. Burada tek şart iman sahibi olmaktır. “Lâilâhe İllallah, Muhammeden Rasûlullah” diyen her asker görevi başında her ne sebeple ölürse ölsün şehittir. Bunu başka türlü yorumlamak o şanlı kardeşlerimize birer hakaret olduğu gibi insanı mes’ul durumuna da sokar. Hesap günü onların yüzüne bakamaz oluruz, Allah korusun… Felâketlerde malları zayi olan kardeşlerimiz de çok fazla üzülmemelidir. Zira bir nev'î sadaka hükmüne geçen bu kayıplar ahiret gününde İnşallah büyük kârlara vesile olacağından çok fazla kafaya takmaya gerek yoktur. Nasıl olsa malın da, mülkün de sahibi Allah’tır. Bugün verir, yarın alır. Önemli olan helâl kazanç sahibi olmaktır. Zekâtını veremediğimiz bir mal ile yarın Rabbimizin huzuruna varırsak ne yaparız. Asıl bu vaziyette olanlar kara kara düşünsün… Sıcaklık dereceleri gibi musîbetler de derece derecedir. Her musîbette bir nimet derecesi vardır. İnsanlar daha büyüğünü düşünüp başına gelen belâdaki sıkıntıyı daha az hissedebilir. Bir kolu olmayan kolsuz adama bakmalı, bir gözü görmeyen hiç görmeyene bakıp şükretmelidir. Aksi takdirde “Benim başıma bu felâket niye geldi?” diyerek ağlayıp feverân etse, başına gelen belâdan kat kat fazlasını bulur. Hem de musîbet büyüyerek adeta şişer. Hiç de tahammül edilemez hâle gelir. Kendi kendine yapmış olduğu bu eziyetten dolayı o insana acınmaz. Zaten kalbi de o zavallı insanı adeta döver ve insanlar içinde maskara hâline gelir. Evet, dünyaya devamlı sûrette insanlar gelir ve devamlı olarak aslî vatanlarına doğru giderler. Hem de hiç dönmemecesine. O halde bu kısa dünya hayatına aldanmamalı ve hayatın gelip geçici olduğunu her zaman düşünmeliyiz. Bu dünya metâı, zaten elde durmaz ki. İmtihan için geldiğimiz bu dünyadan başarılı bir öğrenci gibi çıkıp gitmek istiyor isek, tahkikî imanı elde etmeli ve o imanla yaşamalıyız. Aksi takdirde Allah korusun “Ya leytenî küntü turâbâ” yani o dehşetli hesap gününde “Keşke toprak olsaydım” demek zorunda kalırız. O halde Bediüzzaman’ın şu güzel sözlerini asla unutmamalı ve başımızın üstünde bir köşeye yazmalıyız: “Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyevîyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zâyi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat, bir uykudur; bir rüyâ gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.” 27.09.2009 E-Posta: [email protected] |