Ahmet DURSUN |
|
Diyemediklerimiz |
“Çarşamba’yı sel aldı, bir yar sevdim el aldı” diye başlıyordu türkü. Acılarla yoğrulmuş coğrafyamızın dertleri biter mi? Selin aldıkları elin aldıklarından daha mı az acı vermekte? Ülkemin her yanından ahlar yükselmekte. Bu mübarek Ramazan günlerinde onlarca cana mal olan, yürekleri yakan bu seller, bu tufan, bu celâlet neyin nesi acaba? Şimdi “Bu seller ilâhi ikazdır” diye başlayan yorumlar yapmak vardı ya! Umumî belâların ekseriyetin hatasından doğduğunu söyleyebilmek gerekirdi ya! Bizim gibi memleketlerde, böyle felâketlere karşı ‘İlâhî ikaz’ yorumunu yapabilmek sadece Papaya özgüdür. Müslüman Türkiye’de umumî afetlerle ve krizlerle ilgili İlâhî yorumlar yapmak suç sayıldığı için seküler kafaların bilimsel yorumlarıyla yetineceğiz. Aslında diyemediklerimiz o kadar fazla ki… Dilimizin ucuna kadar gelen, ama boğazımızda düğümlenenler, bir türlü kelimelere dökülemeyenler, diyemediklerimiz... Bu sel, Türk insanından alınan özgür düşünme hakkının da boyutlarını göstermekte ya da özgürce düşündüğümüzü özgürce ifade edemediğimiz bir ülkede yaşadığımızı bildirmekte ya da ondan çalınan maneviyatının onu nasıl hayvanileştirdiğini bağırmakta, hayatta en hakiki mürşitin aydınlatabilme sınırlarını haykırmakta ya da kabullenmek istemediğimiz iflas etmiş ruhumuzu, bitmiş maneviyatımızı gözümüze sokmakta ya da azgınlığımızı ifşa etmekte ya da hırsızlığımızı, hırsımızı, mala düşkünlüğümüzü, makamperestliğimizi ilân etmekte ya da kinciliğimizi, bencilliğimizi, adam sendeciliğimizi ispat etmekte ya da insana ver(me)diğimiz değeri ortaya koymakta ya da varlık gayemizden nasıl fersah fersah uzaklaştığımızı bağırmakta ya da … Görülen o ki, 19. yüzyılın hakim ideolojileri, Cemil Meriç’in idrakimize giydirilen deli gömlekleri dediği ‘izm’leri tüm hayatımızı ve benliğimizi kuşatmıştır. Geçen asırda iki dünya savaşı ile milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir; ancak “izm”lerin etkisindeki insanlık, bundan daha yıkıcı bir şekilde varlık gayesinden uzaklaşarak ebedi hayatını yitirme tehlikesiyle yüzyüze kalmıştır. Başınıza ne gelirse gelsin, ne kaybederseniz kaybedin, ne kadar acı çekerseniz çekin; gizli bir el, adını diyemediğim gizli bir ‘şey’, olayların ilahi boyutlarını yorumlamaktan, işin hikmet boyutunu düşünmekten, Allah’a yakınlaşmaktan alıkoyuyor. Bu modernizm midir, sekülerizm midir? Nedir? Diyemiyorum… Meteoroloji yetkilileri günler öncesinden uyarıyor. “Yoğun yağışlar sele dönüşebilir, metrekareye şu kadar kg. yağış düşmesi bekleniyor. Tedbirinizi alın, dere yataklarından uzaklaşın, yola çıkmayın, şunu yapın bunu yapın, hazırlanın…” İnsanlar tedirgin bir halde hazırlık yapıyorlar. Malımızı, canımızı korumak için giriştiğimiz bunca çaba, aldığımız bunca tedbir elbette ki aklın gereğidir ve mütevekkil bir müminin de yapması gerekenlerdendir de insanlık tarihi boyunca sürekli tekrarlanan İlâhî ikazı, Kur’ânî çağrıyı duymazdan gelmek neyin nesidir? “Hazırlanınız, daimi bir memlekete gideceksiniz… Öyle bir memleket ki bu memleket ona nisbeten bir zindan hükmündedir.” Bu zindan hükmündeki, cefasının sefasından çok olduğu, bir kere güldürürse bin kere ağlatan bu memleket için yaptıklarımıza bakılırsa… Bu fani âlem için her türlü fenalığı yapmaktan çekinmiyoruz. Çalıyoruz, çırpıyoruz, tahrip ediyoruz, öldürüyoruz, derelerden-denizlerden çalıyoruz, ormanları yok ediyoruz, emanete ihanet ediyoruz. Sonra tabiatın intikamından söz ediyoruz. Maddeciliğin huzursuz ettiği insana yaradılış gayesini hatırlatan, insanı Rabbinin sonsuz merhamet, şefkat ve keremiyle tanıştıran, varlığının emanet olduğunu, sürekli bir imtihanla karşı karşıya olduğumuzu bildiren, yaratıcı-kul ilişkisini sürekli canlı tutan bir sese, bir ele böyle zamanlarda daha fazla ihtiyacımız var. Bunu diyebiliyor muyuz? Şimdi; Bazı zamanlarda bazı yerlerde/İnanırım derde derman derler de/Çünkü hayır varmış bazı şerlerde/Sabreyle, şükreyle, duâ et diyen şair gibi sabrı ve duayı tavsiye etmekten, böyle şerlerin hayra dönüşeceğini ummaktan başka ne yapabiliriz, ne diyebiliriz ki? Tüm İslâm âleminin Kadir Gecesini tebrik eder, böyle umumî belâları celbeden hatalardan uzaklaşmayı, felâketler karşısında da Kur’ânî bir yaklaşımla “elhamdülillahi âlâ küllî hâl” dedirtecek toplumsal tasavvuru ve tevekkülü ihsan etmesini Rabbimizden niyaz ederim. 15.09.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (08.09.2009) - Hasm-ı hakikî Hasm-ı hakikî (25.08.2009) - Ramazan fotoğrafı (04.08.2009) - Şeytanın avukatlığı (28.07.2009) - Eğitimsiz eğitim yahut ihanetin bir başka boyutu |