Suna DURMAZ |
|
Uhuvvet ayı Ramazan |
Meşhur bir Arap atasözünde, “Sevgiliyle bir sene geçirmek bir saniye gibidir. Düşmanla bir saniye geçirmek bir sene gibidir” deniyor. Bu atasözünün mânâsı, Ramazan ayında daha iyi anlaşılıyor. Zaman bir sel gibi akıp gitti ve sayılı günler çabucak geçti. Cenâb-ı Hakkın ikramıyla başı rahmet, ortası mağfiret, sonu Cehennem azabından kurtulmak olan çok sevgili Ramazan ayının sonuna gelindi. Ve on bir ayın sultanı olan Ramazan’ın gideceğini düşündükçe, ilâhî aşka susamış olan kalplere ayrılık ateşi düştü. Ramazan ayı Rabbimizin bize gönderdiği bir muallimdir. Her yıl bir aylığına gelir; derslerimizi kontrol eder, yeni dersleri verir gider. Rabbine temerrüd edip firavunkârane “Ben benim. Sen sensin” diyen nefs-i emmâreye, Rahim olan Rabbin karşısında ancak âciz bir kul olduğu takdirde değer kazanabileceğini, aksi halde bir hiç olduğunu öğretir. Hiç ölmeyecekmiş gibi süflî arzu ve istekler içinde boğulan isyan dolu olan nefislerimize Ramazan ayının bizlere öğrettiği derslerden bazıları: Yaratıcıya itaat nedir? Elde bulunan nimetlerin kıymetini anlamak nedir? Zaman mefhumu nedir? Kısa zamanda birden fazla şey nasıl yapılabilir? Ramazan; Kur’ân, rahmet, bereket ve ikram ayı olmasının yanında, birlik ve beraberlik ayıdır da. “Mü’minler kardeştirler” diye ilân eden Cenâb-ı Hak; Ramazan ayı vesilesiyle, farklı milletlerden olan insanlarla kardeş olabilmeyi ve bir ordunun neferleri gibi omuz omuza dayanışma içinde bulunabilmeyi öğretiyor bizlere. Bu Ramazan ayında “Mü’minler kardeştirler” âyetinin doyulmaz tadını bir kez daha tattım. Ramazan’dan bir gün önce beni arayan Pakistanlı bir arkadaşım “Sunacığım, adı Brigitte olan Kanadalı bir hanım bugün Müslüman olacak. Brigitte’in şehâdet merasiminde farklı milletlere mensup kardeşlerden küçük bir grup bulunacağız; ardından da kutlama yapacağız. Seni de aramızda görmek istiyoruz” deyince duyduğum sevinci anlatamam. İslâm ailesine yeni bir ferdin katılmasından dolayı sevinçten gözlerim yaşardı. Kalbim bu güzel duygularla dolu olarak dâvete icâbet ettim. Sevgili Brigitte; daha önce hiç görmediği insanların kendisini kutlamak için geldiğini öğrendiğinde, mutluluktan yerinde duramaz oldu. Otuzunu aşmasına rağmen, küçük bir kız çocuğu gibi kıpır kıpırdı. Şehâdet parmağını kaldırıp “Hiçbir baskı olmadan, öz irâdemle, her türlü bâtıl inançtan ve dinden kendimi sıyırıyor ve İslâm dinine giriyorum: Lâ ilâhe illallah Muhammed Resûlullah” diye şehâdet getirdiğinde, orada bulunan yaklaşık 15 Müslüman kardeş hep beraber tekbir getirip Brigitte’i bağrımıza bastık... Kuveyt’te yaşamak bana birçok şey kazandırdı. Burada kazandığım şeylerin en güzeli hiç kuşkusuz “uhuvvet”tir. Dilleri ayrı, renkleri ayrı insanlarla aynı safta bulunmak, onları kucaklayıp yüreklerinin sıcaklığını hissetmek apayrı bir duygudur. Bu duyguyu hissetmek, beraber yapılan iftarlarda daha da tatlı oluyor. Bu Ramazan, ilk iftar dâvetime farklı milletlerden kardeşleri çağırdım. Türk, Mısırlı, Suriyeli, Lübnanlı, Pakistanlı, Japon, Avustralyalı, İngiliz ve Amerikalı kardeşlerimiz vardı soframızda. Dillerimiz, renklerimiz ve birçok şeyimiz farklıydı. Ama Rabbimiz bir, kitabımız bir, Peygamberimiz bir, kıblemiz birdi... Müslümanların uhuvvet bağlarını kuvvetlendiren fırsatları çok iyi değerlendirmesi lâzım. Kardeşliğe gölge düşüren her türlü davranıştan şeytandan kaçar gibi kaçmak lâzım. Bir Arap atasözünde “Es-sukb ellezî ye’ti minhu rîh; seddidhu ve isterîh” deniyor. Yani: Rüzgâr gelen deliği tıka ve rahat et. Evet; atasözünde de işaret edildiği gibi, kardeşliğimizi zedelemeye sebep olacak söz ve davranışların önünü anında tıkamamız lâzım. Bunun için de, biz Müslümanların tek dayanağı ve güç kaynağı olan Kur’ân-ı Kerime sarılmamız gerekmektedir. Onun gösterdiği yolda kalırsak; ne yaparsa yapsın, şeytan aramıza giremeyecektir İnşaallah. Kurân ayı olan Ramazan’da yapılan Kur’ân-ı Kerim okuma ve ezber yarışmaları, İslâm ümmeti üzerinde var olan hayrın devam ettiğini hissettirdi bizlere. Ümmetin geleceği konusunda endişelenen yüreklerimize âdeta soğuk su serpti. Uydu televizyon kanalları sayesinde izlediğimiz Dubai, Fas ve İran’daki yarışmalara katılan bülbül sesli gençleri görünce “Elhamdülillah alel İslâmi ve’l iman” dedim. Özellikle de Dubai’de yapılmakta olan yarışmaya adını dahi bilmediğim Afrika ülkelerinden katılan Davûdî sesleri dinlemek, sonsuz bir mutluluk oldu benim için. İşte insanlık budur dedim. Zenci olmuşsun, Uzakdoğulu olmuşsun, Arap olmuşsun, Kürt olmuşsun, Türk olmuşsun. Bütün bunların ötesinde, seni hiçten yaratıp, sonra farklı dil ve ırkla süsleyen Rabbine bağlılığın, O'nun emirlerine itaatin nisbetinde değer kazanıyorsun. 13.09.2009 E-Posta: [email protected]@hotmail.com |