Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Kuru çubuk hükmünde olduğumuzu kabullenmek |
Hemen hemen her nefis övülmekten, medhedilmekten, alkışlanmaktan hoşlanır. Hemen bütün nefisler fahre meftundur, şân-ü şöhrete aşıktır, beğenilmeye müptelâdır. Bu durum nefislerin eğitilip terbiye edilmesine göre değişse de, hemen bütün insanlar öncelikle kendilerini sevdiklerinden bütün nefisler okşanıp alkışlanmaktan hoşlanır, zevk alır. Nefsin bu özelliğini iyi teşhis edemeyen insanlar, her durumda nefislerini temize çıkarmışlar, onu bütün nekâisten tenzih ederek, onun avukatlığını yapmaya yeltenmişler. Bir çok İslâm büyüğü de en tehlikeli düşman olarak nefislerini görmüşler, en büyük cihadın nefis ile yapılan mücadele olduğunu kabul ederek, hayatları boyunca hep nefisleriyle bir mücadele içinde olmuşlar, onu suçlayarak, onu itham ederek, onun hile ve desiselerine bu şekilde karşı koyarak, hiçbir zaman onun tuzağına düşmemişlerdir. Bu noktada Bediüzzaman On Sekinci Söz’ün başında; “Nefs-i emmâreme bir sille-i te’dip” dedikten sonra; “Ey fahre meftun, şöhrete müptelâ, methe düşkün, hodbînlikte bîhemta sersem nefsim” diyerek nefs-i emmâreye karşı tavrını ve duruşunu açıkça gösteriyor. Feyzine, faziletine herkesin gıpta ve hayranlıkla baktığı bu İslâm kahramanı, yazdığı eserlerin muhtelif yerlerinde de nefsini terbiye etmediğini, kendi kendisini beğenmediğini, kendisini beğenenleri de beğenmediğini, kendisinin bir kuru çubuk hükmünde olduğunu, nefsine hitaben “Ey nadan nefsim, ey asi nefsim...” diyerek hep nefsini itham ederek suçladığını görüyoruz. Buradan hareketle bütün söylediklerinde ve yazdıklarında muhatabının kendi nefsi olduğunu ifade ediyor Bediüzzaman. Onca ilmiyle irfanıyla, onca ibadetiyle, takvasıyla nefsine karşı böyle bir duruş sergileyen, böyle bir tavır içinde bulunmayı şiâr edinen bu büyük insanın bu hâlinden, davranışından insanlığın alacağı dersler olmalıdır. İyiliklerde, hasenâtlarda hemen hiçbir medhalimizin, hiçbir hissemizin bulunmadığını, bunların tamamının yüce Yaratıcı tarafından kulun uhdesine verilmiş birer nimet, birer emanet olduğunu, dolayısıyla bize verilen nimetlerden dolayı gururlanıp fahre girmenin mantıksızlığını da şöyle bir temsil ile nazarlarımıza sunuyor Bediüzzaman: “Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu; ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura, belki bir hakkın var.” (18. Söz, s. 200) Görünen o ki bu meyanda öyle çok göze batacak bir özelliği, bir güzelliği olmayan insanlara bir şey olmuyor. Ekseriyâ çoğu zaman sıradan insanlardan farklı olarak, bazı kabiliyetleri, bazı meziyetleri, bazı istidatları bulunan insanlara bir şeyler oluyor. Kendilerinde bulunan bu nimetlerin, bu güzelliklerin Yüce Yaratıcı tarafından verildiğini derk etmeyen bu insanlar, onları sahiplenerek, kibre, gurura, fahre girerek kendilerini tehlikeye atmış oluyorlar. Bu noktada yine Bediüzzaman’a kulak verelim isterseniz: “Halbuki, sen dâim zemme müstehaksın. Zîrâ o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyârın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkîs ediyorsun. Gururunla tahrip ediyorsun ve küfrânınla iptal ediyorsun ve temellükle gasb ediyorsun.” (a.g.e.) Verilen nimetlere karşı takınmamız gereken tavrı da Bediüzzaman, “Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevâzudur, hacâlettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedâmettir. Senin kemâlin hodbînlik değil, hudâbînliktedir.” (a.g.e.) Unutulmamalıdır ki, şeytan ve nefis bazan da sağımızdan yakalayıp bizi aldatıp, saptırabilir. Çok mükemmel, çok kusursuz, çok takva, çok ehl-i hizmet olduğumuzu kulağımıza fısıldayarak, bizi işleterek yoldan çıkarabilir. Yine Bediüzzaman’a kulak verelim: “Hem deme ki, ‘Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.’ Hayır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyâde sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.” (a.g.e.) 06.09.2009 E-Posta: [email protected] |