Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Okumak, onun hayatının en önemli parçası |
Tanıdık çevresi, onu hep işsiz-güçsüz, boş boş gezen, evinde de hep boş oturan veya malayani, faydasız işlerle zamanını geçiren bir adam zanneder. Onu her gördüklerinde ne yaptığını, zamanını nasıl geçirdiğini sorar, hatta bazıları da “Sakın boş boş gezme, mutlaka bir işin olmalı, yoksa bunalıma girersin” şeklinde tavsiyelerde bulunurlar. Yine bu meyanda “Emeklilikte ne iş yapıyorsun?” suâline muhatap olunca, “Kitap okuyorum, namaz kılıyorum, Kur’ân ve Cevşen okuyorum, dinî ders ve sohbetlere katılıyorum...” deyince, muhatabı onun bir şaka yaptığını zannederek, “Yahu latife mi yapıyorsun? Bunlarla zaman mı geçer? Para getirecek bir işin olmalı. Üç-beş kuruş getirecek bir meşgalen olmalı. O saydıkların da iş mi? Onlarla zaman mı geçer?” der. Toplumun genel anlayışı böyledir. Onların nazarında; iş ve meşgale deyince hemen ilk akla gelen, dünyaya bakan ve maddî bir karşılığı olan meşgalelerdir. Uhrevî hayata bakan, namaz-niyaz, ibadet-taat gibi işler işten sayılmaz. Gazete, kitap okumak bir nevî fazladan işlerdir. Dinî sohbetlere katılmak, işi olmayanların zamanlarını geçirmek için meşgul oldukları alışkanlıklardandır. Çoğu insanın anlayışı böyle olduğundan, o da bu nevî suâlleri artık pek yadırgamaz olmuştu. Zamanın çoğunu ibadete, sohbete ve kitap okumaya ayırmıştı. Ömrünün artık güzünü yaşamaktaydı ve zamanını en güzel, en verimli kullanmanın böyle olduğuna inanmıştı. Aklı tatmin etmenin, ruh ve kalbi sükûneti erdirmenin en kestirme yolunun böyle olduğunu bildiğinden, bu hayat tarzını tercih etmişti. Yıllar önce de iyi bir kitap okuyucusu idi. Risâle-i Nur’u tanıdıktan sonra bu okuma merakı ve iştiyakı artarak devam etti. Kırmızı kaplı kitapların çekiciliği, verdiği zevk ve iştiyak onu artık kopmaz bir bağ ile kitaplara bağladı. Aynı zamanda bir düzen, bir intizam adamıdır o. Hususî hayatında belli bazı kural ve prensipleri vardır. Fevkalâde bir mani, bir sebep çıkmadıkça, bu kurallarından taviz vermez. Meselâ ne pahasına olursa olsun, günlük okumalarından vazgeçmez; Kur’ân’dan, Risâlelerden, Cevşen’den her gün kendince belirlediği miktarda okumadıkça uyumaz, başka işlere dönüp bakmaz. Çok âcil bir işi çıksa veya hasta da olsa, bu okuma programını aksatmamaya çalışır. Yolculukta, misafirlikte, bir düğün yerinde veya bir taziye mekânında dahi mutlaka bir fırsatını bulup, okuma programlarını aksatmaz. Aynı derecede olmasa da, onun hane halkı da iyi birer okuyucu sayılabilirler. Yılın hemen her gününde, evinde, şu veya bu şekilde bir okuma programı devam ediyor desek mübalağa sayılmaz. Çünkü onlar okumadan duramazlar. Kitaptan, okumaktan uzak bir yaşantının anlamsız, boş bir hayat olduğuna inanırlar. Mutlu ve huzurlu bir hayatın Furkan-ı Hakîm, Nurlar ve Cevşenü’l-Kebir’le haşir neşir olmaktan geçtiğini bilirler. Bunları okumanın, bunlarla hemhâl olmanın, bu dünya saadetini ve huzurunu dahi netice verdiğini bilirler. Bu mânevî gıdayı almak onlar için bir ihtiyaç hâline gelmiştir. Onun bu durumunu bilen yakın dost ve akrabaları, gerek ona misafirliğe gelirken, gerek onu misafirliğe dâvet ederken dahi, onun günlük okuma saatlerini veya akşam sohbetlerini göz önünde bulundururlar. Çünkü derslerinin olduğu akşamlarda misafir kabul etmeyeceğini ve misafirliğe gitmeyeceğini bilirler. Aynı zamanda günlük okuma işlerini bitirmeden de çok mecbur olmadan kimse ile görüşmediğini veya başka işlere zaman ayırmadığını iyi bilirler. Tanıdık çevresi onun bütün bu hassasiyetlerini bilse de, kendisini uzaktan tanıyanlar her rastladıklarında “Emekli olunca mutlaka bir işle meşgul olmalı... Sakın boş durma...” gibi tavsiyelerde bulunmaya devam ededursunlar; onun hâlâ okumak için daha fazla zamana ihtiyacı vardır. 28.06.2009 E-Posta: [email protected] |