Vehbi HORASANLI |
|
7 basamaklı bir şükür |
Atlantik sularında günlerdir yol alıyoruz. Bir hayli fırtına yedik. Gemimiz boş olduğu için fırtına üzerimizde bir hayli etkili oluyor. Bütün gemici arkadaşlarım gibi ben de bayağı hırpalandım, lâkin elimde dünyanın en büyük hazinesi Risâle-i Nur Külliyatı var. Bol bol Cevşen ve Risâle okuyorum. Okurken üzerinde bir hayli düşündüğüm ve tefekküre daldığım bir konuyu okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Biz insanlar başımıza gelen kötü olayları büyütmeyi, güzel şeyleri ise küçük görmeyi çok severiz. Denizcilerin fırtınalardan şikâyeti gibi küçücük bir musîbet dünyamızın altını üstüne getirir. Hâlbuki bize o kadar çok nimet verilmiştir ki, Kör Şeytan hiçbir zaman bunları düşünmemizi istemez. Namazın her rekâtında okunması farz olan “Fatiha” Sûresinin başında hamd etmek vardır. Besmele’den sonra daima “Elhamdülillahi” deriz. Bundan da anlaşılacağı gibi “Allah’a şükür etmek” çok önemlidir ve aynı zamanda da boynumuzun borcudur. Zira her şeyden evvel yoktan var edilmişizdir. Allah dileseydi bizi yaratmazdı. Ama varız işte. Demek ki yokluk karanlıklarından bizi çıkarıp var eden Allah’a bir şükür borcumuz var. İkinci olarak Allah bize bir hayat vermiş. Yaşıyoruz. Çevremizde çok büyük camid yani cansız varlıklar var. Bazıları kocaman, dağ gibi. Bazıları ise mini minnacık, elektron mikroskopları bile göremiyor. Atomlar gibi. Koskoca bir yıldız büyüklüğünde bile olsa, hayatı olmadıkları için biz onlardan üstünüz. O halde Allah’a şükretmemiz gerekmez mi? Üçüncü olarak bizim hayatımız gelişmiş bir hayat. Bitkiler gibi sabit değil. Bakın ben dünyanın bir ucundan diğer bir ucuna Güney Yarımküreye gidiyorum. Benim gibi hayat sahibi olan varlıklar hareket edebiliyor. Nefes alıp Allah’ın yaratmış olduğu nice güzellikleri görüp koklayabiliyoruz. Denizin bir çeşit zikir sesi olan hışırtısını dinleyebiliyoruz. Her canlı bu özelliklere sahip değil. O halde yeniden Allah’a el açıp şükretmek gerekmiyor mu? Dördüncü olarak; Allah, bizi insan olarak yaratmış. Kur’ân’da “ahsen-i takvim” yani en güzel sûrette yaratılan canlı olarak, bir başka deyişle insan olduğumuz için Allah’a bir şükür borcumuz yok mudur? Biz bu canı ortadayken ve sahipsiz iken bulmadık. Cenâb-ı Allah bize verdi. İsteseydi vermeyeceği gibi hiç yaratmazdı da. Fakat yerlerin ve gökyüzünün sahiplenemediği bir emaneti “teklif sırrını” yükleterek bizi yeryüzüne gönderdi. Yeryüzünün halifesi kıldı. O halde ne için şükür etmeyeceğiz? Şükürsüzlük aynı zamanda büyük bir nankörlük olmuyor mu? Beşinci olarak; Allah bizi Müslüman olan bir anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya getirdi. İsteseydi Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir pigme yavrusu olarak da halk edebilirdi. Veyahut tamamen materyalist felsefe ile yetişmiş bir Avrupalı ailenin veya yüzü hiç gülmemiş bir anne babanın çocuğu olarak da doğabilirdik. Dünyaya sadece hayvan gibi yaşamak için geldiğini zanneden insanlar yerine Allah’ı ve Peygamberimizi tanıyan bir anne babaya sahip olduğumuz için şükretmemiz gerekmez mi? Altıncı olarak Allah bize iman vermiş. En büyük şükür işte burada. Zira nice Müslüman ana-babanın imansız çocukları oluyor. Sonsuz Cehennemi netice verecek böyle korkunç bir tehlikeden koruyan Rabbimize şükretmemiz gerekmez mi? İman, Cenâb-ı Allah’ın kalbimize verdiği bir nurdur. Allah’tan başka hiçbir şey imanı ve hidayeti veremez. Bize iman nurunu veren Allah’a karşı daima secdede kalsak bile gerekli şükrü yerine getirmiş olamayız. O halde ne duruyoruz. Kalkıp bir şükür namazı kılalım. Bize bu dünyanın en güzel nimetini veren Allah’a hamd edelim. Çok mu zor bir şey söyledim? Hayır, bizim vazifemiz naz değil niyazdır, şükürdür. Yedinci olarak; Allah’a bize Bediüzzaman Said Nursî gibi bir zatı tanımak ve onu üstad edinmek gibi bir nimeti verdiği için ayrıca bir şükür daha yapmamız gerekiyor. Bu noktada kendimi bahtiyar biri olarak görüyorum. Üstadımın eserlerini okudukça imanın güzelliklerini anlıyor ve bana bu fırsatı verdiği için Rabbime şükrediyorum. Evet, böyle dehşetli bir asırda ve tehlikeli hastalıklara maruz kalmış insanlar arasında bu eserleri tanıyarak iman şuuru vermesinden dolayı Allah’a ne kadar şükretsem, yine de vazifemi tam olarak yapabilmiş sayılmam. Öyle değil mi? Ne dersiniz? 22.06.2009 E-Posta: [email protected] |