Hasan GÜNEŞ |
|
ŞİDDET VE EĞİTİM |
Şiddet, toplumda ciddî bir problem olmaya devam ediyor. Aile içi uygulamalardan, teröre ve devletlerin yaptığı baskıya kadar her sahada önemli bir artış göstermesi sathî ve günlük çalışma ve tedbirlerle bir yere varılamayacağını ortaya koyuyor. Gerçekte şiddet insanla vardır, insanın tabiatında vardır. Önemli olan bunu kontrol altına alabilmektir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de, insanın “zalim ve cahil” olduğunu ifade eder. Tarihe bakıldığında, ilk insanlardan Kabil’in işlediği cinayetten, nemrutlara, firavunlara; Moğol istilâsından, Haçlı savaşlarına ve dünya savaşlarından günümüzde devam eden irili ufaklı savaşlara kadar had ve hesaba gelmez hadise, meleklerin Kur’ân’da geçen “kan dökecek ve fesat çıkaracak insan” ifadelerinin bir cüz’ü olmaya devam ediyor. Yine boyun eğdiği, ya da çaresizlikten kabullendiği için hadise çıkmaması sebebiyle dikkati çekmeyen, aileden devletin en üst kademesine kadar uygulanan baskılar da bunların bir parçası. Risâle-i Nur’da kuvve-i gadabiyye olarak da bahsedilen, gazap duygusu ya da uygulamadaki şiddet, insanın yapısında olduğu için, buna set çekmek ve kontrol altına almak eğitimin ve yaşantının en önemli esaslarından birisi olmalıdır. Evet şiddet, insan hayatına kastediyorsa, insanlığın en önemli hususiyetlerinden olan hürriyet ve iradesini baskı altına alıp işlemez hâle getiriyorsa eğitim ve devlet yapısı ve müesseseler buna göre yapılanmalı. İnsanlar neden hep çözümü şiddette görür? Konuşmanın, anlaşmanın, uzlaşmanın zaman kaybı olduğunu düşündükleri için mi? Ya da meşveret, demokrasi gibi kavramların zamanı gelmediği zannından mı? Ya da kişiler kendilerinin haklılığına, fikirlerinin isabetine güvenemediğinden mi? Belki de iç içe geçmiş bir sürü sebep ve esası olmayan bir sürü vehimler. Hep garip ve ilginç gelmiştir: Neden Bediüzzaman Said Nursî’den başka bu memlekette müsbet hareketi savunan ve üzerinde ısrarla duran yok. Halbuki herkes şiddetten şikâyet ediyor. Medya gündemde tutarak kendine göre şiddetle mücadele ediyor. Devletten polisiye tedbirler istiyor. Yine eğitim kurumları şiddetten en çok zarar gören olduğu halde, gündemlerinde müsbet hareket, şûrâ ya da demokrasi yok. Bu gün devletin, sivil ya da askerî bütün kurumlarıyla, demokrasiyi, hak ve hürriyetleri ve insan hayatını maddî ve mânevî yönleriyle bir bütün olarak muhafaza etmeyi hedef olarak kabul ettiğine dair görünür ve anlaşılır bir davranışı ve uygulaması yok. Bir çok Ortadoğu devletinde olduğu gibi maalesef bizim devletimiz de, bütün yapılanmasını ve eğitim sistemini savaş şartlarına karşı kurmuş. İlköğretimdeki çocuklar dahi derse başlarken, çeşitli ezber ve törenlerle, sanki yarın savaş çıkacakmış gibi bir ruh hâline sokuluyor. Elbette çok zikredildiği gibi “bu coğrafyada” savaşa karşı hazırlıklı olmak gerekir. Fakat yeri ve zamanı sivil okullar olmamalıdır. Bütün eğitim sisteminizi ve siyasetinizi elli-yüz senede bir çıkması muhtemel olan savaşlara göre yapılandırırsanız, şiddetle iç-içe bir nesil yetişmesi kaçınılmazdır. Savaş ya da haricî işgal ihtimali bu kadar az iken, hak ve hürriyetlerin gasb edilmesi, halkın iradesinin askıya alınması, ya da toplumun her kesiminde kendisini çeşitli mertebelerde gösteren farklı boyutlardaki şiddet ihtimali çok yüksektir, hatta hayatın bir parçasıdır. Aslında çare mercileri de aynı mağduriyetin içinde. Mağduriyet kısa vadede kazandırsa da uzun vadede çareler ortaya koymak zorundasınız. “Bu mağduriyeti gidermek için beş-altı senedir elinizden geçen milyonlarca öğrenciye neler verdiniz, neler öğrettiniz, veya hayatının önemli bir kısmını Tv önünde geçiren topluma ne verdiniz?” sorusuna ikna edici cevaplar vermek gerekiyor. Eğitim hâlâ, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki sivillerin de askerleştirildiği bir yapıya sahip. Hâlâ hak ve hürriyetleri önemsemeyen ve toplumun temel meselelerinde çözüm olarak şiddeti görenler göklere çıkarılıyor, muhalifleri çeşitli gerekçelerle suçlanıyor, küçümseniyor. Topluma örnek olarak hep bunlar takdim ediliyor. Bizimki gibi memleketlerde nedense hep savaş kahramanları vardır. Halbuki gerçekte milletleri, devletleri hatta insanlığı ayakta tutan hürriyet ve demokrasi, hak ve hukuk, ilim ve san'at ve mânevî sahadaki kahramanlardır. Feragat ve fedakârlık noktasından bunlar, modern savaşlarda olduğu gibi, rütbe yükseldikçe arka saflarda değil, en ön saflardadır. Her biri, insan hayatına, hak ve hürriyetlere, adalet ve sulha verdiği önem bakımından, bir asrı hatta çağları aydınlatan manevî kahramanların, çağın imkânlarıyla anlatılması gibi çalışmalar büyük mesafelerin alınmasına sebep olacaktır. 21.06.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (15.06.2009) - Yetmiş bin perde (31.05.2009) - İNSANLIĞI DİRİLTMEK (27.11.2008) - Faaliyet ve câzibe (06.11.2008) - Kâinat kitabının nuru |