Hasan GÜNEŞ |
|
Yetmiş bin perde |
Birkaç yıl önce bir fuarı geziyordum. Firmalardan birisi mermer işleme makinalarıyla birlikte mermer işçiliğini de sergiliyordu. Büyükçe bir küre şeklinde işlenmiş bir mermer dikkatimi çekti. Galiba süs olarak dekor maksadıyla imal edilmişti. Mermere biraz daha yakından baktığımda üzerinde “Allah” yazısını fark ettim. Oradaki görevliye, “Bu yazıyı siz mi yazdınız?” diye sordum. Adam sorumdan rahatsız olmuş bir ifadeyle, “Hayır, ben niye yazayım” dedi. İlâve etti “Hem ben yazsam öyle mi yazarım, daha güzel yazarım” dedi. Sonradan anladım ki, “Allah” yazısı insan eliyle yazılmamış, mermerin kendisinde varmış. Atölyede küre şeklinde işlenirken fark edilmiş. Pek çok kişi ziyarete bu yazı için geliyormuş. Görevli, konuyu benim de bildiğimi düşünerek, sorumda kasıt var zannedip öyle cevap vermiş. Gerçekten de yazıya daha dikkatli baktığımda mermerdeki farklı renklerdeki damarlar, harika bir şekilde Arapça hat olarak “Allah” lâfzını meydana getirmişler. Yani yazı haricî değil; dahilî, içten yazılmış. Yer kabuğu hareketlerinden içerdeki ateş küreye kadar bir çok unsurun milyonlarca senelik faaliyetleri sonucunda mermerin yaratılarak insanların istifadesine sunulması gibi, yazının da varlığı aynı derecede muazzam bir mu’cize. Her ikisi de tesadüfe yer olmayacak kadar bir kasıt ve iradenin, ilim ve kudretin eseri. Orada, Allah lâfzıyla beraber, daha önce ateş küre olan basit bir topraktan bu kadar harika bir malzemenin yaratılmasına, yine topraktan bugünkü medeniyetin esası olan envaî türlü taş ve maden ve onlardan halk edilen çeşit çeşit bitkiler ve yiyeceklerin halk edilmesine kadar bir çok mu'cizeyi hatırlayarak tefekkür etmeye çalıştım. Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine itaatte taşlardan daha sert insan kalblerini düşündüm. Bütün bu tefekkürlerle birlikte oradaki görevlinin “Ben daha güzel yazarım” ifadesi kafama takıldı. Evet mermerdeki Allah lâfzı öyle bir hattat yazısı gibi çok da güzel değildi. Gerçi güzel ifadesinden ne anlıyoruz? Meselâ bir kumaşın üzerine kalem ile yazılan yazı ile, imalat sırasında dokuyarak işlenen yazı veya desen arasında büyük fark olduğu malûm. Bu sebeple hariçten yazılacak olan yazı mermerin içine ne kadar nüfuz ederdi ve ne kadar kalıcı olurdu ayrıca düşünmek gerekir. Fakat yine de oradaki görevlinin dediği gibi, bir kalem alıp daha güzel bir “Allah” kelimesi yazmak mümkün. Evet o yazı neden daha güzel değildi? Elbette mermerin içindeki zerrelere yazdırılan yazı ile bir hattatın yazdığı yazı arasında fark olacaktı. Ancak en nihayetinde zerrelerin cansız olması cihetiyle doğrudan Âlemlerin Rabbinin küllî iradesiyle yazılan bir yazı. Hattat ise, cüz’î iradesi ve san'atıyla yazıyı yazıyor ve sahip çıkıyor. Soruyu aklımın bir köşesine yazarak, Risâle-i Nur’da bunun mutlaka bir cevabı vardır diye düşündüm. Şüphesiz binler cevap vardır. Ancak benim anlayabildiğim ve beni ikna eden Mesnevî-i Nuriye’deki şu cümleleri okuyuncaya kadar zihnimdeki soru cevapsız kaldı: “İnsanın san’atıyla Hâlıkın san’atı arasındaki fark: İnsan kendi san’atının arkasında görünebilir, amma Hâlık’ın masnuu arkasında yetmiş bin perde vardır. Fakat, Hâlıkın bütün masnuatı def’aten bir nazarda görünebilirse, siyah perdeler ortadan kalkar, nurânîler kalır.” Evet insanın san'atı arkasında perde olmadığı için, san'ata baktığımızda san'atkârı ya da hattatı hemen görebiliyoruz. Gözü olan herkes bu yazıyı mutlaka bir hattat yazmıştır diyor. Hatta mesleğe biraz aşina olan birisi hattatın imzası olmasa bile hangi hattat olduğunu yazıdan tanıyabilir. Başkaları için koyu olan perde onun için şeffaftır. Ancak mermerdeki “Allah” lâfzında olduğu gibi mermerin milyonlarca yıl süren jeolojik devirlerde meydana gelen değişim ve dönüşümlerle harika bir şekilde yaratılıp insanın hizmetine sunulması şeklindeki muazzam hadisede, orada işleyen kudret elinin herkes tarafından açıkça görünmemesi yetmiş bin perde sebebiyledir. Yine mermerdeki yazı da aynı şekildedir. Onda da binlerce perde vardır. Her bir perdenin, dünyanın imtihan dünyası olmasından tutun da, insanı tefekküre ve araştırmaya sevk etmesine kadar burada sayamayacağımız kadar çok hikmetleri olduğu malum. Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin perdesiz olarak tecelli ettiği cennet hayatında, mü’minlerin saraylarındaki taşlar ve mermerler, sadece yazılı olarak değil sözlü olarak da konuşacak, sakinlerinin emirlerini dinleyecek, cevap verecek, itaat edecek. Bize düşen ise, bu dünyada perdeleri aşıp, üzerinde hat olarak Allah yazısı olsun olmasın, her şeyde her mahlûkta ve istisnasız her hadisede Âlemlerin Rabbi’nin mührünü görüp, huzurda olduğumuzu akıldan çıkarmamaktır. Taşın toprağın, cennette isimlerin tecellisindeki perdesiz mazhariyete hak kazanmaları, bu dünyada Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine tereddütsüz itaat etmeleri sebebiyledir. O’nun emirlerine itaatte ve kalb yumuşaklığında taşlardan geri kalmamak gerekiyor. 15.06.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (31.05.2009) - İNSANLIĞI DİRİLTMEK (27.11.2008) - Faaliyet ve câzibe (06.11.2008) - Kâinat kitabının nuru |