Osman ZENGİN |
|
Kahire’de mescid aradık! |
Mısır’a önceki gelişimizde; İskenderiye, Şarm-el şeyh, Basata, Dehab, Sina yarımadası, Süveyş kanalı, Kızıldeniz gibi yerleri gezme imkânımız olmuştu. Aslında Tur-i Sina denilen, Hz. Musa’nın (as) Cenâb-ı Hak’la konuştuğu, Tur Dağının yakınından geçiyordu yolumuz. Yanımızda bulunan Mısırlı yol arkadaşlarımıza, görmek istediğimizi söylediğimizde, hem çok yorucu bir dağ yolu, hem de soğuk olduğunu ifade ederek, bu fikrimizden caydırmışlardı bizi. Fakat içimde de bu, bir ukde olarak kalmıştı. İskenderiye; Mısır’ın kuzeyinde, Akdeniz sahilinde ve Kahire’den sonra ikinci büyük şehri. İsmi de, tarihteki büyük İskender’den gelmektedir. Bir gece kalıp, gezmek için gittiğimiz İskenderiye’yi gezerken, yanımdaki Türk arkadaşlarıma lâtife yollu, ”Burası da bizim Antalya’nın karşı sahilleri” demiştim. Her halde bunu, bu kış buradaki bir sempozyum için gelen arkadaşlarımızın içinde bulunan gazetemizin yazarlarından, aslen Antalya’lı olan Nejat Eren dostum daha iyi hissetmiştir. İskenderiye’den Kahire’ye dönüşte, (yaklaşık 225 km.lik bir mesafe) öğle namazının vakti girmişti. Hem namaz kılmak, hem de yemek için bir lokantaya girdik. Yemek siparişlerimizi verip, namaz kılmak için abdest hazırlığı yaptıktan sonra bir garsonun yanına gelip "mescid nerede?” dedik. Yüzümüze anlamaz bir edayla baktı. Acaba mescid yok muydu? Ama büyük bir lokanta olduğu için mutlaka olmalıydı. Bizde dahi, böyle yerlerde çoğunlukla namaz kılınacak bir yer olurdu. Laikliğin elden gitme tehlikesi olmayan burada, muhakkak vardı mescid. Bir kere daha sorduk, bizim kelimemizi tekrarlayarak cevap verdi: "Mescid, mesciiid?” diye anlamadığını beyan etti. Bir-iki defa daha aynı şekilde aramızda diyalog sağlamaya çalıştıysak da olmadı. Canım sıkıldı, ellerimi kulağıma kaldırıp, namaz tekbirini tarif ederek bir taraftan da, bağırıyordum: "Yahu mescid, mescid, Allah-u Ekber” diye. O zaman sanki maden bulmuş gibi “Haaa mesgiiid, mesgiiid” demez mi? Hemen sür’atle bizi büyükçe bir mescide götürdü. Şaşırmıştık, niye böyle olmuştu acaba? Namazı kılıp yemek yenilen yere geçince Fatma Nur’a sorduk. “Babacığım, burada mescide mesgid diyorlar, burada ‘c’ harfini ‘g’ diye kullanıyorlar” dedi. Sonraki günlerde dikkat ettim, gerçekten de; halkın konuşmasında ‘c’ yani cim harfi yerine, ‘g’ yerine geçen ‘gayın’ harfi kullanılıyordu. ”Acaba bu neden böyledir?“ diye kendi kendime düşünürken; her halde ya, cim ve gayın harfleri birbirine benzediğinden böyle yapıyorlar diye aklıma geldi. Veya İngiliz dessasının zaten çok menfi icraatları arasında acaba bunu da mı sokmuşlardı? Rusya’nın SSCB zamanında Türk devletlerinin lisanını karıştırıp, birbirini anlamasına engel olduğu gibi. Zaten Arap âleminde, devletler arasında bunu görmek mümkün. Fas, Cezayir, Libya gibi kuzey Afrika’da bulunan memleketler, birbirleriyle anlaşamakta zorlanıyor... Bir de, burada camilere de mescid diyorlar. Mescid Rabiat-ül adeviye, Mescid Hüseyin, Mescid Ezher gibi. Tabiî, yine “mesgit” ifadesiyle söylüyorlar. Aslında, sadece mescid değil, diğer kelimelerde de ‘c’ (cim) yerine ‘g’ yi kullanıyorlar. Meselâ; yeni mânâsındaki “cedid” yerine”gedid” gibi. Neyse, öyle veya böyle bunu da öğrenmiş olduk. Yoksa, az daha Kahire’de namaz kılmak için mescid bulamayacaktık! 07.06.2009 E-Posta: [email protected] |