Osman ZENGİN |
|
Yüz yaşına da gelsek, ona muhtacız! |
(Şefkat kahramanı annelere…)
Aslında bize ecnebiden sirayet etmiş bir âdet olsa da, ”Anneler Günü” gelince, yine duramıyor, yazıyoruz. Ne de olsa, mesele “anadır, anamızdır.” Onlar bizim başımızın tacıdır. Hani bizim, atasözü mesabesinde, bir çoğumuz tarafından bilinen güzel bir dörtlüğümüz vardır:
Ana başta taç imiş, Her derde ilâç imiş, Bir evlât, pir olsa da, Anaya muhtaç imiş.
Aslında çok derin mânâları olan bir sözdür bu. Kralların, kraliçelerin başında taç olur, onların kral veya kraliçe olduğunun alâmeti olarak. Ve onun için de o taç, ihtimamla kullanılır. Aynen bizim analarımıza verdiğimiz değer gibi. Onlar da baştaki taç gibi kıymetlidir bizler için. Gerçekten de, küçüklüğümüzde de, büyüdüğümüzde de, o bizim her derdimizin ilâcı değil midir? Hem de; hastalıklarımıza karşı kullandığımız bazı pahalı ilâçlardan daha tesirlidir, ama bedavadır, onun ilâç olma özelliği. Sevgisi, merhameti, şefkati… Yani elli yaşında da olsak, yetmiş yaşında bir pir-i fani de olsak yine anamıza muhtacız. Gerçi ben, genç yaşımda anadan öksüz kaldım. Yirmi üç senedir onun hasreti, hiçbir gün geçmedi. Ancak kavuşunca diner o hasret her halde. Müessif bir kaza sonucu kucağımda rahmet-i Rahmana yolcu ettiğim anamı nasıl unuturum ki? Hemen, hemen her gün rüyalarımda misafirim olmasa, hasret daha da artar her halde. Geçtiğimiz günlerde Genel Yayın Müdürümüz, aziz kardeşim Kâzım Güleçyüz’ün annesinin vefatı, bana o hüzün ve elem dolu günlerimizi hatırlattı. Anacığım da yaşasaydı, rahmetli teyze ile aynı yaşta olacakmış. Onun hastalığına muttali olduktan sonra, Kâzım kardeşimle muhaberelerimizde, bizden duâ istiyordu. Biz de duâ ediyorduk. Artık duâlarımız ona, orada, huzur-u Kibriyanın yanında bir cennet meyvesi, bir kabir lambası olur İn-şaallah. Tabiî, bu duâmızın, anacığıma da, ahirete irtihal eden bütün analara da şamil olmasını diliyoruz. Şefkat kahramanı analarımız, annelerimiz! Ondan hep isteğimiz olmuştur bizim. Çoğu zamanda o isteklerimizi yerine getirdiği için sevmişizdir onu. Ama ya o? Bizi hep karşılıksız olarak sevmiş, okşamış, emzirmiş, karnında taşımıştır. Çocukluğumda, hasta olduğumda onun seslendiği şefkatli sesini, bizi bağrına bastığı merhametli sinesini nasıl unuturum? Bir seferinde kulağım rahatsızlanmıştı. Benim melek yüzlü anam, hem ilâçlarımı veriyor, hem de sağdan-soldan yavaşça “Osmaaan, yavrum!” diye seslenerek, her halde kendine göre işitme testi yapıyordu, çocuğunun kulağını kontrol için. Fakat, bunu yaparken yüzünde bir hüzün, bir telâş da seziyordum. Nasıl ki, ona cevap verip ”anne” diyorsam, o zaman rahatlıyor, yüzünde gülücük haleleri meydana geliyordu. Tabiî, ana sevgisi bizim dinî terbiyemizin bir tezahürü. Onunla ilgili Rabbimizin âyetleri var. Peygamberimizin (asm) hadisleri var. Üstadımızın bir çok yerde sözleri var. Onları buraya nakletmiyorum. Bizler, o manevî atmosferi teneffüs ettiğimizden analarımıza hürmet besliyoruz. Hani analarını, senenin neredeyse 364 günü unutup, sadece senede bir gün hatırlayanlara karşı bizler, bir tekerlemenin naziresiyle şöyle diyoruz; ”Anamıza sevgimiz, senede bir gün pazara kadar değil, her gün ve mezara kadar devam edecektir İnşaallah.“ 11.05.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (10.05.2009) - 60 kuruşa gazete, 6 kuruşa ev alınır mı? |