Şaban DÖĞEN |
|
Üstadı zehirlemişlerdi |
“Safranbolu’daki hâlis kardeşlerimizden Hıfzı’nın küçük Medrese-i Nuriyesi olan hanesindeki küçük ve çok çalışkan mâsumları yedi yaşında Yılmaz ve on üç yaşında Hüsnü’nün ve onlar gibi Nura çalışan muhterem validelerinin mübarek kalemleriyle yazdıkları tebriklerini, umum Safranbolu ve Eflâni Medrese-i Nuriyesi namına bu Ramazan’ın bir Firdevsî teberrükü hesabına kabul ettik.”1 Bu satırlarda geçen Hıfzı, Risâle-i Nur’un çeşitli yerlerinde Berber Hıfzı, Hıfzı Efendi, Hıfzı Bayram diye zikredilen Safranbolulu bir Nur Talebesidir. Afyon Hapishanesinde kalan Nur Talebeleri arasında o da vardı. Yukarıdaki satırlarda da ifade edildiği gibi Risâle-i Nur’a sadece kendisi değil, eşi ve çocuklarıyla birlikte hizmet eden Nur Talebelerindendi. Çünkü Üstad bir hedef göstermiş, “Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki, bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i Seniyyenin meyvesi olan çocuklar ahirette size şefaatçi olsunlar”2 demişti. İşte Hüsnü Bayram adıyla bildiğimiz Nur Talebesi de mektupta geçen o zamanki on üç yaşındaki çocuk, berber Hıfzı’nın oğluydu. Hüsnü Bayram 1950’de 15 yaşında ortaokulu bitirdiği yıllarda babası tarafından Üstada hizmet etmek üzere gönderilmişti. Bu haberi aldığında, “Dünyalar bana verilmiş gibi sevindim” der Hüsnü Bayram. Emirdağı’na gider, babasının Üstada, kendisini hizmetine verdiğine, vakfettiğine dair mektubu verir. Kabul edilir. Üstadın yanında Zübeyr Ağabey bulunmaktadır. Zübeyir Ağabeyle birlikte kalırlar. Üstadın hizmetine kuşluk vakti gider, ikindiden sonra ayrılırlar. Evinin karşısında kaldıkları evde sabaha kadar nöbetle Üstadın bir işaretini beklerler. Bir hatırasını şöyle anlatır Hüsnü Bayram: “Bir akşam ikimize de bir sıkıntı, bir yanmak düştü, sabaha kadar uyuyamadık. Âdetin hilâfına sabah namazdan sonra, sevk-i İlâhî ile yürüdük, yavaş yavaş oda kapısına geldik, içerden inilti işittik. Odaya girdik gördük ki, müşfik Üstadımız yatıyor. ‘İyi ki geldiniz beni zehirlediler. Gece kalktığımda hararetim vardı. Penceredeki destideki sudan bir iki yudum aldım ve yere yıkıldım. Desti parçalandı, gasyanla içimi boşalttım. Bu hal uzun müddet devam etti’ dedi. “Gereken hizmeti yapıp üzerini değiştirdik. Yeşil gasyanlı yatağı değiştirdik; Üstadımız. ‘Bir saat böylece kaldım. Zorla sabah namazını eda ettim. Cenâb-ı Hakk’a niyaz ettim ki, “Ya Rabbi, bu nedir?” Kalbime ihtar oldu ki. “‘Gece bekçisi kandırılarak. Şiddetli zehir atılmış diye bana bildirildi” dedi. “Onbeş yirmi gün çok şiddetli ıztırab çekti. Yemedi, içmedi. Yine de namazını kılıyor, âlem-i İslâmla ve hizmetle alâkalanıyordu.”3 Evet, onca hastalığına rağmen yine Müslümanları, onlara hizmeti düşünüyordu Hz. Üstad.
Dipnotlar:
1. Emirdağ Lâhikası, s. 211. 2. Hanımlar Rehberi, s. 34. 3. Blogcu, Hüsnü Bayram Ağabeyden Hatıralar 11.05.2009 E-Posta: [email protected] |