Cevher İLHAN |
|
Terörden tefrikaya… |
Türkiye’nin hiçbir “töre” ve “şiddet” târifine sığmayan başta Mazıdağı’nın bir köyündeki vahşet olmak üzere bir yığın iç gündemi var. Baharla birlikte terörün azması, ABD’nin “işi biten” ve “miâdı dolan” PKK terör örgütünün tasfiyesinin de “pazarlık” konusu edildiği anlaşılıyor. Lice’de dokuz askerin şehid edildiği mayın patlamasının ardından şehirlerde artan eylemler ve kırsaldaki olaylar, şehid cenâzelerinin peşpeşe gelmesi, örgütün yoğun bir psikolojik darbe vurma çabasında olduğunun belirtileri. Belli ki Amerikan işgal askerlerinin Irak’tan çıkması ve Kuzey Irak’ta düzenlenmesi beklenen “Kürt konferansı” öncesi, terör örgütü yine işgalci güçlerin ve ecnebi servislerin hegemonya ve çıkarlarınca sonuna kadar istimal edilmekte. ABD ve İsrail’in başını çektiği devletlerin hertürlü silâh, eğitim, malî yardım yapılan ve işgalcilerin himâyesi ve lojistik desteğiyle şımartılan terör örgütü üzerinden Türkiye ve bölge ülkelerinin etnik ayırımcılık ve mezhebî farklılıklarla bölünüp parçalanması projesi yürütülmekte… TÜRKİYE ATEŞİN İÇİNE ÇEKİLİYOR… Gerçek şu ki emperyal güçlerin hegemonya ve çıkarları hesâbına “demokrasi”, “özgürleştirme” ve “barış projesi” diye el attığı hiçbir yerde demokrasi ve barış sağlanmıyor. Halklar “özgürleşme” yerine vâhim bir kargaşa ve kaosla kavga ve bölünmenin içine itiliyor. Bush’un “özgürleştirme” iddiasıyla altı yıldır Irak’ta sürdürdüğü işgal ve operasyon bunun en bâriz örneği. Gelinen noktada parçalanmanın eşiğine gelen ve hergün onlarca, bazen yüzlerce mâsum insanın katledildiği ülke, parçalanmasın eşiğinde. İşgalcilerin Türkiye’ye yönelik samîmiyetsiz terörü durdurma politikaları da daha baştan başarısız. Bush’tan sonra Obama da istediği kadar “PKK ortak düşmanımız” desin; Talabani’nin, “PKK Irak’ı terk etsin demedim” çarkından sonra, örgütün başındaki Karayılan’ın son demde, “PKK silâh bıraksın’ söylemi havaya atılmış bir kurşundur” çıkışı, bunun ifâdesi. Bir yandan İmralı’daki örgüt elebaşısının “bağımsız bir Kürt devleti” kurmasından vazgeçtiği ve hatta ‘üniter devlet’i istediği propagandası yapılırken, diğer yandan DTP’nin tıpkı Irak’takine benzer sonu parçalanmaya varan “özerklik” ve “federasyon” raporları, oynanan oyundaki şaşırtmayı su yüzüne çıkarıyor. Bu arada Irak’ta çıkmaza giren ABD, aynı oyunu Afganistan’da devam ettirmek peşinde. Hâlâ İsrail’in Gazze soykırımını tek kelimeyle kınamayan Obama da Bush gibi “terörle mücadele” gerekçesiyle Afganistan’a ek asker talebini dayatıyor. İngilizler ve Ruslar dahil ülkeyi işgal ve istila eden hiçbir yabancı gücün Afganistan’da tutunamadığı bile bile, Türkiye’yi egemenlik ve enerji çıkarları hatırına ateşin içine çekiyor. Türkiye’ye ABD’nin “ileri karakolu” komplosu kuruluyor. Kendi eseri NATO şemsiyesi alında “Taliban”la savaşmak için daha fazla Mehmetçiğin bölgede konuşlanmasını “model ortaklığın gereği” olarak Ankara’nın önüne koyuyor. Bunun içindir ki Amerikan Dışişleri Bakanı H. Clinton ve Obama’nın ardından Ankara’ya gelen ve üç saat Genelkurmay Başkanı Başbuğ’la başbaşa kalan ABD Genelkurmay Başkanı Muller, plânın detaylarını görüşüyor. Afganistan’dan sonra gittikçe karışan Pakistan’da “işbirliği” öneriyor. RASMUSSEN'E RÂZI OLMAK Türkiye göz göre göre “ikinci Vietnam” olmaya sürüklenen bölgedeki terör ve fitnenin içine çekiliyor. Dışişleri eski Bakanı Babacan ve AKP’li Mercan’ın ifâdeleriyle siyasî iktidarın buna teşne olduğu, yalnız “muharip” kelimesini değiştirmek istedikleri anlaşılıyor. Ve ne yazık ki “ılımlı İslâm” yerine ABD’nin tercihiyle ikame edilen “yeni Osmancılık” benzeri politikalarla Türkiye’nin dış politika ajandası bütünüyle ABD’nin inisiyatifinde. Bu yüzden Kıbrıs’ta, Ortadoğu’da, Kafkaslarda tökezleniyor. AB’de de “karanlık bir tünel”de tıkanmış. Müzâkere süreci tamamen durmuş; hiçbir fasıl açılmıyor. “Rasmussen krizi” iyi yönetilemedi. NATO Genel Sekreterliğine getirilen Danimarka Başbakanı Rasmussen, İslâm dünyasından özür dilemediği gibi Roj tv’yi de kapatmadı ve söz verdiği “Türk yardımcı” yerine kendisi gibi bir Danimarkalıyı atadı. Aslında Cumhurbaşkanı Gül’ün, “ABD Başkanı Obama’nın Avrupa diplomasisi ile ilgili ilk büyük sınavında başarısızlığa uğramaması—başarısı—için Rasmussen’e itiraz etmedik” sözü, AKP siyasî iktidarı döneminde Ankara’nın AB’den uzaklaşan ABD eksenli derin kırılmasının içyüzünü açıklıyor… Yabancı bir devletin başkanının “başarısı” adına ülkesinin menfaatlerinden vazgeçmek, tâviz vermek. Nasıl bir millî “dış politika”ysa… 09.05.2009 E-Posta: [email protected] |