Son dönem Türkiye’sinde normalleşmenin yolu daha dostane yaklaşımlar ve bilenmişlikten vazgeçmektir. Değil Türkiye, dünya genelindeki insanların dahi artık aynı geminin yolcuları oldukları ve diyaloglar ne derece iyi olursa yolculuğun da o derece huzurlu geçeceğini kabullenmeleri gerekiyor. İnsanlık tarihinin ve geçmişte yaşanan olumsuzlukların katılaştırdığı kimlikler, kendi dışındakini düşman gören algılar, maalesef artık genlere yerleşmiş ve hem ülkemiz, hem de dünyada barışın önünde belirgin bir engel olarak duruyor. Bu bir insanlık hastalığı ya da zaafı olarak kabul edilebilir.
İstenmeyen ve rahatsızlık veren alışkanlıklardan kurtulmanın en etkin yolu bu alışkanlıkları terk etmekten çok olumlu bir yöne kanalize etmektir. İnatçılığınızı manevî hizmetlerde sebat şeklinde, kıskançlığınızı olumlu yönde bir rekabet ve iyilikte yarış şeklinde, kısacası bütün kötü alışkanlıklarınızı ve istemediğiniz davranışlarınızı kendileri ile uyumlu, olumlu bir şekle dönüştürebilirsiniz. Bunu, terk etmeye çalışmaktan çok daha kolay bir şekilde başarabilirsiniz. Özellikle İslâm dini çerçevesinde yaşamanın temel felsefesi esneklik her hale genel prensipler çerçevesinde an çizgiden çıkılmayacak şekilde uyum sağlamak ve her işin bir kolayını bulma yönüne gitmektir. Çok keskin değişmez ve katı kurallar oldukça sınırlı ve ferdin hayatını sıkıntıya sokmayacak şekildedir. Bütün dinler ve hepsinin temel kaynağı olan İslâm gerek sosyal hayatta ve ferdî hayatta kurallarını yerleştirirken ve gerekse uygulamalarında insan psikolojisini nazara alan bir esneklik hali hep gözlenmektedir. Bütün fiillerin şeklî kısmı bir çerçeve çizmek açısından önemli olmakla birlikte o fiilin aslını ve özünü teşkil eden mânâlar ve bu anlamda Rabb-ı Kerim ile kul arasındaki sıcak ve samimî ilişki ve muhabbet bağlantısı hep ön plandadır. Bu anlamda Âlemlerin Rabbine karşı içten olmak, samimî olmak, O’na muhabbetini her şeyin üstünde tutabilmek çok önemlidir. Bu yönüyle bakıldığında amellerin, yani kulluğu ifade amacı ile işlenen fiillerin niyetlere göre hüküm alması daha iyi anlaşılacaktır. Şu an ülkemizde dindar insanlar arasında yaygınlaşması gereken en önemli duygu şefkat olmalı ve davranışlar bu merkez etrafında şekillenmelidir. Dini ‘Bu işi biz biliriz, diğerleri cehennemlik’ duygusundan çok ‘Duâm odur ki cehenneme hiç kimse girmesin, herkes cennete girsin’ duygusu ile yaşamak asrımızda çok daha elzem hale gelmiştir. Bu kendi aczinin ve diğerlerinin aczinin farkında, herkese şefkatle yaklaşan bir ruh halinin ifadesidir. Kulluğun en güzel yönlerinden biri de insanın Yaratıcı karşısında hep aciz ve eksik hissetmesi, O’na karşı sürekli boynu bükük ve mahcup vaziyette bulunmasıdır. Bu tarz bir ilişkide bu âlemin yaratılış gayesini de yansıtan lâtif bir sıcaklık ve ince bir nezaket vardır. Kul açısından da ince ruhluluğun, kendini bilen bir konumun ve edep timsali bir duruşun tezahürüdür. O yüzden yaptıklarından ve ibadetlerinden emin olmayan, sürekli bir eksikliğin var olabileceği düşüncesi ile hep boynu bükük, ama o huzurdan başka da gidecek yer olmadığının ve Zat-ı Zülcemal’i razı etmekten O’na dayanmaktan ve bütün yüreği ile O’nu sevmekten başka çaresinin olmadığının farkında bir duruş. Güven hissini amelinin eksiksiz oluşundan değil Gafur-u Rahim’e dayanmış olmaktan alan bir anlayış ve bu çerçevede, ibadet hayatında huzursuzluk vermeyen ancak Rabb-i Kerim’e dayanma sonucunu doğuran tatlı bir belirsizlik. Böyle bir kulluk şuuru ve hep Rabb’ül Âlemin’e dayanma ihtiyacı Yaratan ve kul arasındaki ilişkinin gerçek zeminine oturduğu hal olmalıdır. Kulun benlik, gurur ve kibir gibi edep dışı hallerden uzak şekilde ve hakikî kulluk şuurunda ulvî bir mutluluk, acziyetten kaynaklanan bir güven, dinî ve dünyevî her halin, her yaşantının Hâlık-ı Kâinat’a dayanıyor olmaktan dolayı bir anlam ve değer kazanmasını ifade eden bu durum, aslında insanın en ideal konumu ve onun bu âlemde yaşayabileceği en iyi tarzı ifade etmektedir. Kendine ve amellerine güvenmeye engel olan acziyetin hissedilmesi ve ibadetlerde hep şüpheli bir noktanın bulunması ile Zat-ı Akdes’e dayanma sebebi olabilecek vesvese bu şekilde olumlu bir kanala yönlendirilebilir. Bunun için tek yapılması gereken algılama şeklini değiştirmek ve sahip olduğumuz özellikleri doğru yöne kanalize edebilmek. Böyle bakıldığında dinin yaşanması gerçekten çok kolay ve çok mutluluk verici olacaktır. Aslında bu dinin yaşanmadığı durumda dahi ferdin hayat ve olaylar ile ilgili algısında öyle bir bakış açısı oluşturur ki her an bir kudret ile kalbi bağlılığın tarifi imkânsız huzurunu hayatında hep hisseder ve bu güven duygusu davranışlarının temelini teşkil eder. Bu algı olmaksızın ilmi, irfanı ve vicdanı hür nesiller oluşamaz. Son zamanlarda ülkemizde yaşadığımız sosyal problemlerin hukukun ayaklar altına alınmasının ve buna izin veren bir toplum yapısının arka planında tevhidî bakış ile özgüveni Rabb-i Kerim’e dayanan bir hayat algısından mahrumiyet olsa gerektir. Yargıçların keyfiliğini ve kibirini ortadan kaldıracak Sonsuz bir Kudret algısı olacak ve toplumun haksızlık karşısında sessiz kalmamasının kaynağı da o kudrete dayanmak olacak ve farklı vehim ve vesveselerle ortaya çıkan hesap-kitap dilsiz şeytanlığa götüren bir yola kanalize etmeyecektir.
Şu an ülkemiz idarecileri ve insanları, hukukî meseleleri de siyasîleştirme riskinin farkına varmalı ve bu ortak değeri günü birlik arzu ve çıkarlar doğrultusunda zedelememelidir. Bir toplumun en temel değerlerinden biri hukuktur ve bu hangi din ve ırktan olursa olsun herkese lâzımdır. Şu an bana zarar veriyor diye hukukun dışına çıkma eğilimi ilerde ülkenin bütün fertlerini olumsuz etkileyecek ve ülke geleceği günlük arzu ve hevesler uğruna feda edilmiş olacaktır. Oysa mülkün temeli olan adalet dünya genelinde ortak bir değer olarak yerleşmezse insanlık havasız ve susuz kalmaktan farksız bir risk ile yüz yüze demektir. Bu anlamda acz, fakr, şefkat ve tefekkür mesleği mensuplarına önemli vazifeler düşmekte dünya genelinde tezelden tevhid, nübüvvet, adalet ve ibadet kavramlarının yerleşmesi duâsının daha arttırılması gerekmek-tedir. Önümüzdeki asır küresel Asr-ı Saadettir. Bu sebeple nebevî mesajın bütün insanlığa ulaşması ve insanları kucaklayıcı duyguların hâkim olması hayatî önem arz etmektedir.
27.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|