Seçim dönemlerinde sosyal hayata yansıyan en büyük risk siyasî kimliğin ön plana çıkması ile fikri dışındakilere yabancılaşma sürecidir. Aslında temel problem iktidar ve siyasî gücün aşırı abartılması ile oluşan kollektif hırsta gizli gibidir. Bu kendi grubunun muhabbetini ön plana çıkarmak ve fikri dışındakilere öteki olarak bakmak sonucunu doğurur.
‘Biz’ algısının daralması ve ortak kimliğin sınırlılığında boğulması sonucunu doğurur. Oysa varlığın genelinde her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu ve bütün zerrelerin birbirine hem hakim hem mahkûm olduğunu hissettiren bir tablo vardır. Bu durum farkında olan insanın zihninde çok geniş ve kuşatıcı bir biz algısı oluşturur. Her insanın zihninde “biz” kavramı farklı boyutlarda bir alanı kapsar. Bazen aile, bazen şehir, bazen ülke, şu an için nadiren bütün insanlık ve dünya “biz”in tanımladığı anlam bütünlüğü içine girer. “Biz” özünde genişlik kuşatıcılık ve sınırsızlık olan, benimseyen bir kavramdır. Bu anlamda “ene yok nahnu var!” yani “ben yok biz var!” diyen Bediüzzaman’ın biz tanımı varlık ve mahlûk adını alan her şeyi kuşatmaktadır. Yani düşünce, ırk, coğrafya ayrımı bir yana, cins ve tür hatta varlık kategorisini aşmış bir kuşatıcılık gözlenir. Bu kendi ve çevresi ile, kâinat ile barışıklığın en temel şartı olmalıdır.
“Biz” tanımına ya da “biz” sesinin zihnimizdeki çağrışımına sınır getiren genellikle benliktir. Eric Fromm gibi bu anlamlar üzerinde tezler geliştirmiş bilim adamlarının ifadelerinde de belirli bir zümreye sınırlı biz anlayışının ve bunun uzantısında şekillenen grup taassubu, milliyetçiliğin olumsuz şekli, ırkçılık gibi olguların aslında genişletilmiş benlik algıları olduğunu ortaya koymaktadır.
“Ene yok nahnu var!” aslında bütün kâinatı kuşatacak bir barış anlayışını doğuracak temel prensip olmalıdır. “Biz” özünde barışın kavramıdır ve barış kavramıdır. Yalnızca kendi hanesini değil mahalleyi ya da apartmanını “biz” olarak algılayan komşular arasında kavga ya da sürtüşme ihtimali çok düşük olacaktır. Oysa kendi hanesinde bile “biz” anlayışı gelişmemiş hatta benliği ile çatışma halinde kendisiyle bile barışık olmayanların oluşturduğu toplumlar, fertleri çatışma kaynağı olan toplumlar olacaktır. Zaman eğer çatışmaların, menfaat kavgalarının ve savaşların zamanı ise bunun zemininde sınırları daraltılmış ve siyasî menfaatler doğrultusunda manüple edilmiş “biz” tanımlarının büyük önemi olmalıdır.
Barış insanının “biz” tanımı adeta sınırsızdır. Yalnızca düşmanlık kavramına düşmandır. Ötekilik dışında “öteki” şeklinde tanımladığı kavram yoktur. Bu yönüyle, gerçek barış insanıdır. Ülkemizin bugünkü temel probleminin belirli bir değer yargısı ya da ideolojinin tanımladığı insan tipinin dışındakileri ötekiler olarak algılayan anlayıştan kaynaklandığına şahit oluyoruz. Başörtülü, çarşaflı, sakallı, cüppeli, gerici, yobaz ya da komünist, dinsiz, solcu gibi kavramların karşısında reaksiyonla şekillenmiş “biz” anlayışlarının “biz”im ülkemiz şuuru ile kenetlenip ortak bir millî benlik ve ülküler geliştirebileceği düşünülebilir mi? Bu tarz ben merkezli “biz” kavramlarını netleştiren ve kendi değer yargıları dışındakileri ötekileştiren ve sürekli çatışmaları kaşıyan yaklaşımlar kime hizmet edebilir? Ülke menfaatini düşünen hangi akıl sahibi bu yaklaşımlara yol açabilir ya da yanında yer alabilir?
Özellikle dar dairede seçim zamanları yaşanan kırgınlıkların bu bakış açısı ile tekrar gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu anlamda kişi hem kendi hem de çevresindeki her ferdin fikir, vicdan ve irfanını hür olarak algılamalıdır. Bu bir tür enfüsi hürriyet ve kendi iradesini dayatmamak halidir. Bu sebeple siyasî nedenle ortaya çıkan ayrılıklar manevî bir dâvâ ile kesinlikle bir arada olmamalıdır.
Grup taassubu ile ve kısmen manevî hizmetlere giren siyasî yaklaşımlarla “biz”in çapı daraltılmakta aynı dâvânın farklı taraflarından tutan iki grup birbirlerini öteki olarak algılayabilmektedirler. En dar daireden en geniş daireye kadar irtibatlı olunan her alandaki “biz” duygusu çok güçlü olmalı, ancak bu dairenin dışındakileri ötekiler haline getirmemelidir. Her güçlü topluluk benliği ya da şahs-ı manevî içinde bulunduğu daha geniş alanı da “biz” olarak algılamalıdır. Köyü, şehri, mezhebi her insanın dar dairedeki kendini tanımlama alanı olmalıdır. Bunu kuşatan halka Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.) ümmet olmaya çalışan Kur’ân’ı kendi yorumu çerçevesinde hayatına rehber yapmaya çalışan insanlardır. Daha sonra kitap ehli olanların halkası gelmektedir. Sonraki halkalar ise bütün insanlıktan varlık âleminin tamamına uzanmaktadır. İşte “biz”imizin çapı bu en son halkayı içine alacak genişlikte olmalıdır. En dar dairedeki “biz”in şiddeti bir sonraki halkadaki “biz”’i kollektif bir şuurla adeta tek şahıs gibi yaşamaya vesile olmalıdır. Dâvâda, dünyada, insanlıkta ve varlıkta barışın teminatı olan insan ancak bu yolla âlemimizi kuşatabilir düşüncesindeyim.
Zaman artık kırgınlık ve dargınlıkların ortadan kaldırılması ve dâvâyı zamanın şartlarına en uygun tarzda ortaya koyma ruhunda birleşmek zamanıdır. Biz ruhunu tekrar güçlendirmek ve ortaklık ruhu ile hedeflerimize koşmak arzusunu birlikte hissetmeli ve bu duygu etrafında tek vücut olmalıyız. Yoksa, insanlığın bizden taleplerine cevap verememekle başta Hazret-i Muhammed (a.s.m.) olmak üzere Hazret-i Ali (r.a), Gavs-ı Azam (k.s.) ve Üstadımızın manen rencide edilmesi riski ile yüz yüze kalabilir ve şiddetli şefkat tokatlarına muhatap olabiliz. Bu; mahalli, şehri, ülkeyi ve hatta dünyayı kimin yönetiyor olduğundan ya da yönetecek olduğundan çok daha önemli bir dâvâdır.
30.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|