Ekonomik bir olayla din arasında doğrudan bir entelektüel bağ kurmak mümkün mü?
Evet mümkün.
Çünkü ekonomik bir olay özü itibarı ile sosyaldir. Sosyal hadiseler ise ruhu itibarı ile iç içe ve sarmaldır. Sebepsiz hiçbir sosyal olay yoktur.
Sosyoloji bilimi beşerî olayların karşılıklı etki-tepki süreci ile devam ettiğini söyler.
Bu bağlamda din, toplum, siyaset ve ekonomi birbiri ile yakın temas halinde olup karşılıklı etkileşim içindedir. Tıpkı tabiat olayları gibi!
Toplumsal ve ekonomik olayların din ve metafiziksel boyutu vardır. Tabiat olayları gibi sosyal olayları da dinden soyutlayamazsınız.
Papa yakın zaman önce küresel ekonomik krize metafiziksel bir bakış açısı getirerek “İlâhî ikaz” yorumunu yapmıştı. Evet, ekonomik kriz ile din arasında kurulan bu bağ özü itibarı ile doğrudur.
Küresel ekonomik kriz elbette her şeyden önce bir ekonomik olaydır, fakat bir ekonomik olayın sosyal ve dinî boyutları yok farz edilemez.
Olayın sosyal boyutuna baktığımızda adından (küresel) hareketle çok yönlülüğünü kestirmemiz mümkün. Küresellik kavramı zaten başlı başına çok boyutluluğu ifade eder.
Küreselleşme, yoğunlukla son yirmi yılda; ekonomik, politik, teknolojik ve entelektüel alanlarda, kapsamlı bir dönüşümü içeren bir sürecin adıdır. Küreselleşme hareketi, ekonomik, kültürel ve politik alanlarda çok sayıda faktörün eş zamanlı olarak sürüklediği bir eğilim, bir rüzgârdır. Rüzgâr, eski ekonomiden yeni ekonomi yönüne eski teknolojiden yeni teknoloji tarafına, eski modern düşünceden yeni post-modern düşünce doğrultusuna, eski siyasal yönetim anlayışlarından, yeni siyasal yaklaşımlar yönüne doğru esmektedir. Ekonomide küreselleşme ise; emeğin, malların, sermayenin ve bilginin toplum içi ve toplumlar arası akışkanlığının önceki dönemlerle karşılaştırılamayacak derecede artması, buna bağlı olarak yeni bir ekonomik/toplumsal yapılanma sürecinin ortaya çıkmasıdır. İletişimdeki hızlı dönüşüm küreselleşmeyi tetikleyen ana unsur olmuştur. Bu hızlı iletişim bütün beşerî alanları etkilemiş ve çok hızlı sosyal değişimleri beraberinde getirmiştir.
Ekonomik (mal, ürün, üretim, talep, tüketim, şirket, vb.) alanda da aynı hızlı süreç işlemiş ve dünyanın bir ucundaki (ABD) olumsuz bir hareketlilik bütün dünya devletlerini etkilemiştir.
ABD’de başlayan kriz küreselleşme olgusu sonucu özellikle gelişmiş ülkelere yıkıcı bir etki yaptı. Çünkü, küreselleşme tabiatı gereği lokal kalamaz yayılmacı ve akışkandır. “Küreselleşme, gelişen ülkelerde toplumsal ekonomik ve siyasal problemlerin kaynağı olmuştur.” (EKİN, Nusret Küreselleşme ve Gümrük Birliği, İTO Yayını, İstanbul. 1996, s. 21).
Ekonomik kriz birçok siyasî ve toplumsal olayı peşinde sürükler. Devletler ve hükümetler düzeyinde bir dizi siyasal çalkantıyı beraberinde getirir. Ailevî ve bireysel birçok bunalımı doğurur. İşsiz kalan insanların aile içi kavgaları ile başlayan ve intiharlara kadar uzanan sosyal felâketler zinciri toplumu çıkmazlara sokar ve çaresiz bırakır.
Eğitimden sağlığa, güvenlikten dış politikaya kadar bütün sosyal ve siyasî kurumlar kendini kaosun içinde bulur. Başta söylediğimiz gibi sosyal hadiselerin iç içe ve sarmal olma özelliği bunu gerektirir.
Peki, küresel krizin dinî boyutu nasıl oluyor?
Ekonomik olayların dinî boyutuna iki cihetle bakmak mümkün: Sebep ve sonuç.
Ekonomik kriz sonuçları itibarı ile dinî yaşayışı etkiler, ferdin davranışını şekillendirir ve ibadetlerine bir yoğunluk katar. Bu ekonomik olaydan dinî ders çıkarmanın muamelat boyutudur.
Fakat bir de olayın itikadî olan derinlikli boyutu var ki işte asıl önemli olan budur. Bu, sonuçtan çok sebebe bakan bir iman boyutudur! Yani sonuçtan sebebe dönerek kader ve hikmet boyutunu imanî bir nazarla algılamaktır. Böyle bir anlamlandırma için küresellik, yerellik ve bireysellik farkı olmaz. Başımızdan geçen her olayın kuvvetli bir kaderî boyutu mevcuttur.
Said Nursî 40 milyon insanı işinden edip aç perişan sokaklara atan 1929 tarihli meşhur “büyük dünya ekonomik bunalımı”nı gören bir insandır. Yine Said Nursî II. Dünya Savaşı atmosferinde ve sonrasında dünyanın yaşadığı korkunç ekonomik gerilimi de görmüştü.
Peki, getirdiği yorum ne idi?
II. Dünya savaşı atmosferinde yazılan Kastamonu Lâhikası adlı eserine bakın orada şu kavramların sıkça geçtiğini görürsünüz: Açlık, zaruret, derd-i maişet, kaht-u gala, musibet-i amme, ihtikâr, hasarat, zayiat, vs. Bu kavramların açılımı hep bu merkezdendir.
1929 bunalımından önce I. Dünya Savaşı hengâmında Osmanlı ve İslâm âleminin yaşadığı kayıplara Said Nursî yine aynı merkezde bir yorum getirir. Sünûhat adlı eserinde yer alan bu anlamdaki metnin bir sorusunu ve cevabını beraber okuyalım:
Soru: “Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti?
Cevap: “Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: Salât, savm, zekât.
Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrikle bir nev’î namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik, O’ da bizden müterakim zekâtı aldı.
16.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|